27 Kasım 2019 Çarşamba
OSMANLI'DA TEHCİR YILLARI
OSMANLI'DA TEHCİR YILLARI
Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
ÖZET: : Tehcir yılları Osmanlı’nın, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini tehdit eden gruplardan arınması adına Türkiye tarihinde bir dönüm noktası oldu. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Ermeni ayaklanmalarını engellemek için, Ermeniler üzerinde her alanda yapıcı uygulamalara gidildi. Ermenilerin memuriyet kazanmasının önündeki engeller tümüyle kaldırıldı. Üst düzey memuriyetlerde, merkez teşkilatında, tercüme odasında görev alan birçok Ermeni memur, üstlendikleri görevleri çoğu kez kötüye kullandı. 1913-1915 yılında Trabzon bölgesinde ziraat müfettişliği görevinde bulunan Osmanlı’nın Ermeni vatandaşı Nişan Antreasyan, 1916 yılında taltif edilerek merkeze çekildi ve genel müfettişliğe terfi ettirildi. Uzman bir ziraatçı olan Antreasyan, fındık ziraatı ve ticareti alanında Osmanlı ekonomisinin gelişimi için bazı projeler içeren bir eser yazarak yayınladı. Osmanlı yöneticileri, başarılı ve kariyer sahibi Ermeni vatandaşlarına karşı etnik kökenlerinden ötürü herhangi bir dışsallaştırmada bulunmadan onları her başarılarında taltif etmiş, ancak Osmanlı’nın reçeteleri, Ermeni azınlıkların isyanlarını engelleyememiştir. Çalışmada, Ermeni bir Osmanlı memuru olan Antreasyan’ın memuriyeti, hizmetleri ve bu bağlamda Osmanlı’nın Ermeni vatandaşlarına bakışaçısı ele alınacaktır.
.GİRİŞ Sözde “soykırım” yanlısı tezlerce tarihsel süreçten bağımsız olarak ele alınan tehcir yılları, ‘ulus devlet olma yolunda önceden planlanmış bir yok etme girişimi’ olarak değerlendirilmektedir. Ancak 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Ermenilere verilen hakların 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları ile pekiştirildiği ve Ermeni isyanlarının yoğunlaşmasına dek bu hakların geri alınmadığı göz ardı edilmektedir. Osmanlı’nın gerek Rumlara, gerekse Ermenilere karşı yaklaşımlarında onları eski sakin yaşamlarına geri döndürme çabaları hâkimdi. Bu çaba sürecinde gayrimüslimlerin hakları genişletiliyor, Müslümanlarla eşit statüye taşınıyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra devlet kademelerindeki Ermenice bilen memur açığı, Ermeni isyanlarıyla orantılı olarak artmaya başlamıştı. Ermeni memur alımlarında “güven” kriterine çokça önem verilmiş olsa da sonraki süreçlerde, görevlendirilen Ermeni memurlardan çoğunun devlete karşı isyancılara destek verdiği ortaya çıkmıştı. Tehcir yıllarına doğru güvensizlik yaratan olaylar giderek çoğaldı. İsyanlar Anadolu geneline yayılıp, güvenlik sorunları her alanda zirveye ulaşınca, tehcir son çare olarak tarih sahnesine konuldu. Çalışmanın konusu olan Nişan Antreasyan da Osmanlı’nın iyi niyet uygulaması dâhilinde uzman olduğu alanda görevlendirilmiş, görevinde gösterdiği başarılı hizmetlerinden ötürü rütbesi yükseltilmişti. Antreasyan, Osmanlı’ya olan vatandaşlık ve hizmet bağıyla Anadolu’nun doğu illerinde yıllarca görev yapmış, görevi sırasında ziraata dair deney ve gözlemlerde bulunmuştu. Osmanlı ziraatı ve ekonomisi arasındaki ilişki üzerinde “kalkınma” doğrultusunda önemli görüşler bildirmişti. Antreasyan, Osmanlı hükümetine karşı alanında, rüştünü ispatlamış olmalıydı ki tehcir yıllarında kendisine herhangi bir yaptırım uygulanmamış, aksine Trabzon bölgesindeki görevinden terfi edilerek merkez genel müfettişliğinde görevlendirilmişti. Bu çalışmada, Antreasyan hakkındaki kısıtlı kaynaklar kullanılarak, tehcir öncesi ve sonrası yıllarda Osmanlı’nın Ermeni vatandaşlarına bakışı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Antreasyan’ın tehcir sürecindeki çalışmaları, yaptığı yayın ve taltifi, Osmanlı’nın Ermenilere karşı ‘planlı ve sistemli bir yok etme’ politikasının olmadığını göstermektedir. “Taktil” iddiası taşıyan tezlerin, tehcir öncesinden ve Ermeni isyanlarından bahsetmeden bazı hatıra, öykü ve Milli Mücadele karşıtı yayın yapan gazeteleri dayanak alarak ve Osmanlı arşiv belgelerinden “öznel ve özel” manalar çıkarmaya çalışarak hazırlandıkları görülmektedir (bu eserlerden biri için bkz. Esin-Etöz, 2015). Bu tezlerin memuriyeti ve kariyeri Osmanlı hükümetince taltif edilen, başarılarından ötürü hükümetçe terfi ettirilen sakin Ermeni vatandaşlarının varlığından bahsetmemeleri de ilginç bir durumdur.
2. NİŞAN ANTREASYAN HAKKINDA BAZI BİLGİLER
Nişan Antreasyan’ın yaşamı hakkında gerek Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı arşivlerinde gerekse başka yazılı kaynaklarda ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Öyle ki Antreasyan’ın doğum ve ölüm tarihlerine ulaşılamamaktadır. Antreasyan’ın, bugün Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan, geçmişi Osmanlı Devleti’nin son dönemine dek giden Getronagan Ermeni Lisesi’nde görev yapan ilk öğretmenlerden biri olduğu bilgisine erişilmiştir. 1886 yılı ilk öğretmen kadrosunda (http:// www.getronagan.k12.tr/tr/kurumsal/tarihce) yer alan Antreasyan’ın burada, ziraatın yanında Osmanlıca derslerini de okuttuğu düşünülmektedir. Antreasyan, Osmanlı Türkçesi’ne hâkimdi ve ziraat-ticaret alanında 1915’te “Fındık Ziraati ve Ticareti” adlı bir kitap yazmıştı. Kendisi bu tarihlerde ziraat başmüfettişiydi. Antreasyan, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşamış olan tanınmış ziraat başmüfettişlerinden biriydi. Osmanlı ekonomisinde kalitenin yükseltilmesi üzerine metotlar geliştirmeye çalışmıştı. Bu doğrultuda, “fındık ziraatı ve ticareti” konusunda bilimsel çalışmalar yapmıştı. 127 1915’te Osmanlı’nın Taltif Ettiği Ermeni Bir Memur: Nişan Antreasyan Antreasyan, 1913’te Trabzon bölgesi ziraat başmüfettişiydi (TİTE, 2013, s. 59). İttihat ve Terakki hükümetinin 1913-1914 yıllarında, Ermeni meselesine çözüm arayışları çerçevesinde Doğu Anadolu’da uyguladığı “ıslahat müfettişliği projesi” kapsamında; Canik Sancağı, Trabzon, Bitlis ve Sivas vilayetleri ile en son Erzurum vilayetinde ziraat müfettişi iken, taşradan merkeze alınarak “genel müfettişlik”te Trabzon, Erzurum ve Sivas vilayetleri genel müfettişine bağlı olan “ziraat müfettişi” makamında görevlendirilmişti. Ziraat ve ticaret alanında oldukça donanımlı ve kariyer sahibiydi. İttihat ve Terakki hükümetinin söz konusu projesi dâhilinde, devletin merkez teşkilatına Antreasyan’dan başka birçok Ermeni memur atanmıştı. Örneğin bu süreçte, Müfettişlik Genel Sekreterliği’ne Duyun-ı Umumiye Kalemi müdür yardımcısı Mikail Nalbantyan atanmıştı. Aynı süreçte, önemli görevlere getirilen Ermeni kökenli Osmanlı memurları arasında Katipyan Efendi ve iyi derecede Fransızca bilen Seroper Noradonkyan Efendi bulunuyordu. Bu atamaların listesi Müfettişlik genel sekreteri olan Mikail Nalbantyan’a sunulup, görüşü alındığında, güney mıntıkası genel müfettişi Abdulhalik Bey’in Bitlis valiliğinde kalması gerektiğinden yerine başka birinin seçilmesinin gerektiğini ancak bu kişinin, Aziz Bey olmaması gerektiğini, Aziz Bey’in sadakatsiz biri olduğu gerekçesiyle bildirmişti. Ayrıca Galip Bahtiyar ve Mustafa Bey’in atanmasının uygun olduğu ancak Katipyan Efendi’nin hastalığından ötürü yerine Nişan Antreasyan’ın görevlendirilmesi gerektiğini bildirmişti (Türkmen, 2013, s.12,15). Antreasyan’ın 1916’da Erzurum bölgesi ziraat başmüfettişliğinden, genel müfettişlikte “ticaret ve ziraat müfettişi” olarak görevlendirilmesi, onun doğu illerindeki görevleri sırasında verdiği hizmete biçilen bir değerdi. Antreasyan’ın taltifi sadece Ermeni tehciri sürecinde Osmanlı’nın ılımlı politikaları ile ifade edilmemelidir. Ermeni kökenli memurların tehcir yılları öncesinde de hükümet tarafından makamlarının yükseltilmesi, ekonomik şartlarının iyileştirilmesi ve taltif edilmesi örneklerine sıkça rastlanmaktadır. 3. ANTREASYAN’IN TEHCİR DÖNEMİNDE YAZDIĞI KİTAP Nişan Antreasyan,1331 (M.1915) yılında yazmış olduğu “Fındık Ziraati ve Ticareti” (Antreasyan, 1331, s…) adlı eserinde, başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere Anadolu’daki fındık ziraatı ve ticaretini tüm ayrıntılarıyla incelemiştir. Kitap, İstanbul’da Hayriye Matbaası’nda basılmıştır. 83 sayfa ve Osmanlı Türkçesi dilinde yayınlanan bu kitabın, baskı adedi hakkında bilgi yoktur. Eserden anlaşıldığı üzere Antreasyan, 1915 Osmanlıcası’nı iyi bilmekte, ancak yine de Osmanlıca sözlükten ve duyuma dayalı bazı tanımlamalardan faydalanarak alana dair yer yer açıklamalarda bulunmuştur. Antreasyan, eserinde Osmanlı ekonomisinde fındık üretimi ve ticareti konularını önemli ayrıntılarıyla birlikte ele almıştır. Fındık üretiminin mevcut durumuna ve nasıl olması gerektiğine dair projeler geliştirmeye yönelmiştir. Fındığın Osmanlı ihracatındaki önemine dikkat çekerek, fındık ziraatının Osmanlı ekonomisindeki yerine dikkat çekmiştir. Antreasyan’a göre, Osmanlı ülkesinde fındıkçılık yeteri kadar önemsenmemiş, bundan ötürü gelişmemiştir. Çözüm işe şudur: Dünya genelinde fındık üreten ülkelerin profesyonel fındık ziraatı modellerinin Anadolu’ya getirilerek, başta dünyanın en kaliteli fındığının yetiştiği, ancak nicelikçe yetersiz olunduğu Giresun-Trabzon yöresine büyük katkılar sağlamak ve fındık ziraatıyla Osmanlı’nın ekonomik kalkınmasına önemli ölçüde yararlı olacak atılımın yapılması gerekmektedir. Antreasyan, kitabında Osmanlı ülkesinde fındık ticaretinin geliştirilmesine yönelik önemli metotları hem üretim hem de ticaret açısından ele almıştır. Eserinin içeriğinde, Osmanlı ekonomisinin mevcut durumuna ve iyileştirilmesine yönelik birçok sorunun yanında, fındıkçılığın ülkeyi nasıl kalkındırabileceği hususunda girişimci bir duruşla cevaplar vermiştir. Eserde ayrıca şu sorular da cevap bulmaktadır: Mevlüt Kaya 128 Fındık fidanları hangi toprakta nasıl yetiştirilir?, Fındık yetiştirilen şehirlerdeki fındık hacmi nedir?, Fındık fiyatları nasıldır?, Fındığın Osmanlı ihracatındaki yeri nedir?, Fındık üretimi nasıl elverişli hale getirilir?, Hangi toprakta hangi cins fındık ziraatı yapılabilir?, Fındığın yetiştirildiği bölgelerde nem ve sıcaklık ortalamaları nasıl olmalıdır?, Fındığın doğal ve suni yollarla gübrelenmesi ve ilaçlanması nasıl sağlanır?, Dünyada diğer fındık yetiştirilen ülkelerdeki modern teknoloji nasıldır ve Anadolu’ya yararı ne olabilir?, Tüccar ve yerli üretici arasındaki iktisadi ilişkiler nasıl olmalıdır ve bu hususta nelere dikkat edilmelidir?, Dış ticarette Osmanlı fındık tüccarları neden zarar ediyor ve bunun telafisi nasıl olabilir?, Fındık hastalıkları nelerdir? Çareleri nelerdir?, Fındık toplama işinde ve işçiliğinde en önemli noktalar nelerdir?, Doğu Karadeniz’de en önemli liman ve iskeleler nerelerdedir?, Dünya’nın en kaliteli fındığı nerede yetişir?, Fındık değirmen ve makinelerinin kullanımı hususunda, sosyal yapı bağlamında Giresun’un durumu nedir?, Trabzon fındık makinelerinde ve fabrikalaşmada nasıl ileri gitmiştir?, Fındık işçilerinin ve gündelik ödeme sistemlerinin mevcut sıkıntıları nelerdir?, Fındık ürünü bağlamında, Osmanlı Devleti üretimin ve dış pazarın neresindedir?, Osmanlı devletine dış ticarette hangi ambargolar neden konulmuştur?, Rusya fındık üretimi 1915’te hangi aşamadadır ve geleceği ne olacaktır?, İtalya, Avusturya, İspanya ve ABD fındık üretiminde Osmanlı ziraatıyla kıyaslanabilir mi?, Giresun ve Trabzon limanlarının fındık ticaretindeki yeri nedir? Nasıl daha iyi bir liman ticareti sağlanabilir?, Fındık zararlılarının şekilleri nasıldır?, Fındık dikim şekilleri hangileridir?, Fındık cinsleri ve bu cinslerin toprağa bağlı özellikleri nelerdir?, Osmanlı dış ticaretini olumsuz etkileyen, fındık ürünü konusunda Osmanlı çiftçilerinin düştüğü hatalar nelerdir?, Çiftçiler, fındık ürününün kalitesini nasıl yükseltebilir?, Osmanlı devletinin vergi sistemindeki bozukluklar çiftçileri, tüccar ve dış ticaretçileri nasıl etkilemiştir? Bu sorun nasıl giderilmeye çalışılmıştır?, Doğu Karadeniz’de fındık ziraatı ilkel yollarla mı yapılıyor? İlkel ise alternatif modern araçlar nelerdir?, Osmanlı tüccarlarına dış ticarette zarar ettiren iç hususlar nelerdir?, Osmanlı fındık tüccarları dış ticarette nasıl kandırılmaktadır?, Fındığın değerlendirilmesi nasıl yapılır?, Osmanlı ziraatına önemli katkılar sağlayacak yöntemler ve Osmanlı Devleti’ne bu yolla büyük hizmet ideali nasıl değerlendirilmelidir? (Balcı-Kaya, 2015, s. 9-12). Antreasyan’ın eseri, bugüne dek birkaç araştırma kitabı ve makalenin (Uygun, 2015, s. 380; Kaynar, 2012, s.18; Kaya, 2015, s. 16-41) haricinde yeteri kadar akademik inceleme alanına taşınmamıştır. Eserin, özellikle ziraat ve ticaret ile ilgili bilim dallarında yapılan araştırmalar için önemli bir başvuru eseri olduğundan alana kazandırılması gerekmektedir. Zira başta Giresun olmak üzere Doğu Karadeniz illerinde fındıkçılığın kurumsallaşmasında ve ticari düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde Antreasyan’ın eseri temel çıkış noktalarından biridir.
Antreasyan’dan uzun yıllar sonra ancak fındıkçılık üzerine ayrıntılı bir eser verilebilmiştir (Peker, 1947-1948; Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış. (1938); fındık kültürü için ayrıca bkz. Göreci, 2004). 4.
ANTREASYAN’IN KARİYERİNDEN HAREKETLE OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLERİN MEMURLUĞU
1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile birlikte, Osmanlı Devleti’nin her kademesinde gayrimüslim memur sayısı artmaya başlamıştı. Gayrimüslim azınlıklar içerisindeki etnik duyguların artması, onların kendilerini Müslümanlarla eşit görmesi sağlanarak ülke içinde tehlikesiz hale getirilmesi sağlanmaya çalışılıyordu. Bab-ı Ali Tercüme Odası’nda, Tanzimat’tan sonra Ermeni ve Rum memurların yanında Müslümanlar da göreve getiriliyordu (Kılıç, 2012, s. 95-96). Özellikle 1821’de Rum İsyanı’ndan ötürü, Rumların resmi tercümanlık görevlerinin son bulmasının ardından birçok Ermeni burada göreve getirilmeye başlandı. Ancak 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında tercüme odasında görevli Ermeni memurlardan çoğu devlet aleyhine çalışıyordu. Hükümet ciddi bir kısır döngünün içine düşmüştü; Ermeni isyanları arttıkça Ermenice bilen tercüman gereği de artıyordu. Ermeni tercümanlar ise büyük oranda işini kötüye 129 1915’te Osmanlı’nın Taltif Ettiği Ermeni Bir Memur: Nişan Antreasyan kullanıyordu (Şahin, 2008, çeş. syf.). Verilen tüm haklara rağmen, Rum ve Ermeni azınlıkların ayaklanmalarının önüne geçilemiyordu. Avrupa’da ilk ikamet elçiliğini 1793’te Londra’da açan Osmanlı, öncelikle burada Rum maslahatgüzarlar görevlendirmeye başlamış, ardından yoğunlaşan Rum isyanlarıyla birlikte bu elçilikleri kapatmıştı. Tanzimat, Islahat ve Osmanlıcılık reformlarının devlet politikası haline getirilmesi gayrimüslimlere bürokraside büyük haklar tanısa da başarılı olarak sürdürülemedi (Kılıç, 2012, s. 111). Bu başarısızlığın en önemli nedeni ise Rum ve Ermeni azınlıkların her şeye rağmen dış işbirlikçiliğinden vazgeçmeyerek Osmanlı’ya karşı bölücü isyanlar organize etmeleridir. Osmanlı’nın son döneminde oldukça zayıf bir devlet durumuna gelmesi, batılı devletlerin ve Rusya’nın dış destekleriyle ülke içindeki azınlıkların isyan çıkarmalarına ortam hazırlamıştı. Osmanlı vatandaşı olan çeşitli etnik gruplar, teker teker başkaldırmaya başladılar. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde isyanlar, artık önüne geçilemeyecek kadar vahim bir hal almış, Osmanlı’da can ve mal güvenliği kalmamıştı. Bazı azınlıklar devletin güçsüzlüğünü ve otokontrolünün kalmayışını fırsat bilerek bağımsızlık hareketlerine girişmişlerdi. Asırlarca Osmanlı mensubu olarak yaşamış Ermeniler dış destekli kışkırtmalarla devlete karşı isyankâr bir tutum benimsemişlerdi. İlk büyük Ermeni ayaklanması olarak bilinen ve 20 Haziran 1890’da Erzurum’da başlayan Ermeni isyanlarının ardından Osmanlı topraklarında hızla büyüyen bir “Ermeni meselesi” baş gösterdi. 1915’te Osmanlı hükümeti tarafından gerçekleştirilen Ermeni tehciri, bu azınlıkların bitmeyen isyan hareketlerinden kaynaklanan bir zorunluluk haline geldi. Osmanlı’nın Ermeni vatandaşlarına karşı önceden planlanmış bir “soykırım” uygulamadığı, devletin arşiv verilerinden açıkça anlaşılmaktadır. Osmanlı’nın Ermeni kökenli bir vatandaşı olan Antreasyan’ın kariyer yaşamının devletçe ne denli önemsendiği, bu bağlamda kendisine fırsatlar yaratıldığı ve Osmanlı ülkesinde bir vatandaş olarak önünün ne derece açık olduğu, kendisinin de Ermeni bir vatandaş olarak Osmanlı ile herhangi bir sorununun bulunmadığı ortadadır. Kendisi görev başındayken devletin kurumlarıyla ve toplumla barışık bir tutum sergilemiştir. 1913’te Antreasyan’ın Trabzon’daki başmüfettişlik görevi esnasında Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti Trabzon Merkez Şubesi’ne maddi yardım yaptığı, Osmanlı kayıtlarında yer alan bilgiler arasındadır. Yardımı teslim alan Trabzon donanma şubesi reisi, yardıma dair makbuzu Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti merkezine göndermiştir (TİTE, 2013, s. 59). Osmanlı, sınırları içindeki tüm azınlıklara olduğu gibi Ermenilere de geniş haklar tanımıştı. Ermeniler, Osmanlı’nın gözünde her şeyden önce “vatandaş” olduğundan, devletçe onların önlerine ayrıştırıcı bir engel konulmamıştı. Osmanlı’da Ermeniler dışşallaştırılarak ayrıştırılan bir azınlık sınıfı değil, aksine başarıları devletçe sık sık taltif edilen bir vatandaş kitlesiydi. Arnavut, Rum, Yahudi, Ermeni ve diğer etnik gruplardan olan tahsilli kişiler, Osmanlı hükümeti tarafından dinine ve dünya görüşüne bakılmaksızın kariyer ve liyakatine göre, devlet kurumlarında görevlendirilmiştir. Antreasyan da bunlardan biridir. Osmanlı’da başarılı bir Ermeni vatandaşı gerek devletin yararı için, gerekse kişinin kariyerine verilen değerden ötürü, yüksek devlet görevlerine getirilmekteydi. Antreasyan’ın ve daha birçok Ermeni kökenli memurun Osmanlı hükümetince taltif edilmesi, hükümetin Ermeni vatandaşları üzerinde bir kininin olmadığını açıkça göstermektedir. Ermeni isyanlarının zirveye çıktığı 1915 yılında Antreasyan’ın Osmanlı’ca taltifi, kendisine sunulan kariyer imkânları ve basın-yayın yapabilme özgürlüğü göz önünde tutulduğunda, hükümetin Ermenilere bir kastının olmadığı, ancak isyanlara çözüm olarak tehcir kararına mecbur kaldığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle Antreasyan modeli, Osmanlı’nın Ermeni tehciri sürecinde dahi kendisine karşı güvenlik tehdidi oluşturmayan, aksine sükûnet içerisinde ülkesine faydalı olan Ermeni vatandaşlarıyla isyancıları aynı kefeye koymadığının kanıtıdır. Antreasyan, Osmanlı ülkesi için başarılı ve verimli bir memurdur ve bunun mükâfatını da rütbesi yükseltilerek almıştır. 1914-1915 yıllarında devletin üst düzey memurları arasında birçok Ermeni kökenli vatandaşını bulundurması, onların ekonomik refahını sağlaması, başarılı Mevlüt Kaya 130 olanlarınsa taltif edilmesi, bugün Türkiye’ye dayatılan sözde “Ermeni soykırımı”nın gerçekle bağdaşmadığını kanıtlamak için yeterlidir. Antreasyan, taşradaki memuriyeti sürecinde yaptığı gözlemleri düşünsel üretime dönüştürmüş, eserinde bunları kalkınma önerisi olarak sunmuştu: “Avustralya, İtalya, Fransa, Almanya, Felemenk, Belçika, Rusya, İngiltere ve Amerika Birleşik Cumhuriyetleri’nde bulunan Osmanlı şehbenderleri, bulundukları yerlerde fındığın ne gibi sanayide kullanıldığına, ithalat miktarlarına, söz konusu malların çıkış noktalarına, her bir pazardan hangi miktarda sevk olunduğuna, hangi fiyatlarla satıldığına ve saygın tüccarların kimler olduğuna dair her yıl ayrıntılı bilgi verip, uygun vasıtalarla ilgilileri bilgilendirdiklerinde hem ticaretimize hem de ziraatımıza ve devlet hazinesine büyük bir hizmet etmiş olacaklardır.” (Antreasyan, 1331, s. 78- 79; Balcı-Kaya, 2015, s. 58). Antreasyan’ın yazmış olduğu kitapta yer alan zirai ve ticari alanda Osmanlı’yı kalkındırma planları, bir bakıma onun Osmanlı’ya olan bağlılığının ve samimiyetinin yanında, kendisinin devlet tarafından bilimsel çalışmalara teşvik edildiğinin göstergesidir. Buradan hareketle, Osmanlı’nın Ermeni vatandaşlarına karşı bu gibi olumlu tavırlarının, sözde “Ermeni soykırımı” iddiaları bağlamında tekrar gözden geçirilerek objektif bir biçimde değerlendirilmesi gerekir. 5.SONUÇ Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeni ve Rum azınlıkların 1789 Fransız ihtilalının ardından yavaş yavaş etnik bilinç kazanmak suretiyle giriştikleri örgütlenme faaliyetleri, son çağın tarihsel seyrini değiştirmiştir. Bu seyri yönlendiren ve kontrol altında tutan batılı ülkelerin “Hıristiyanlık” kozunu kullanarak Osmanlı azınlıklarına ayaklanma ivmesi kazandırdığı aşikârdır. Tehcire uzanan süreci tetikleyen saiklerden biri de batı emperyalizminin tırmanışa geçtiği çağda Osmanlı’nın iktisadi gücünü kaybetmiş olmasıdır. Osmanlıcılık akımının, eşitlikçi ve bütünleştirici devlet politikalarının başarısız olmasının altındaki nedenlerden biri de Avrupalı devletlerin ve Rusya’nın Osmanlı içerisindeki Rum ve Ermenileri kilise eliyle etüt etmesidir. Devletin yapıcı politikalarına rağmen Ermeniler, hiçbir koşulda ara vermeksizin örgütlenerek yıkıcı etken haline gelmişlerdir. Emperyalist güçlerce, konsolosluklar aracılığıyla iletişim kurularak oluşturulan Osmanlı karşıtı dinamik ayaklanmacı örgütlenmeler, güvenlik mekanizması çökmüş olan Osmanlı’ya karşı bağımsızlık isyanlarını organize etmişlerdi. Netice olarak tehcir kaçınılmaz bir proje haline geldi ise de Osmanlı’nın suçsuz ve isyankâr olmayan Ermeni vatandaşlarını hedef almadığı açıktır. Çalışmada incelenen Antreasyan örneği, isyanla ilişkisi bulunmayan ve devlete aidiyet duygusu ile bağlı olan Ermeni memuruna karşı Osmanlı’nın tutumlarının anlaşılması ve bu örnekten hareketle “önceden planlanmış” bir “soykırım” projesinin olmadığını ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. 131 1915’te Osmanlı’nın Taltif Ettiği Ermeni Bir Memur: Nişan Antreasyan KAYNAKÇA Antreasyan, Nişan. (1331). Fındık Ziraati ve Ticareti, İstanbul: Matbaa-i Hayriye Yayınları. Balcı, Sezai-Kaya, Mevlüt. (2015). Nişan Antreasyan Fındık Ziraati ve Ticareti, İstanbul: Serüven Kitap Yayınları. Esin, Taylan-Etöz, Zeliha. (2015). 1916 Ankara Yangını/Felaketin Mantığı, İstanbul: İletişim Yayınları. Göreci, Ali. (2004). Fındık Kültürü, Giresun: Giresun Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü Yayınları. http: // www. getronagan. k12. tr/ tr/ kurumsal/ tarihce (Erişim: 22.09.2016). Kaya, Mevlüt. (2015). “Giresun Ziraat Memurluğu’nun 23 Şubat 1924 Tarihli Raporu ve Giresun Fındıkçılığına Dair Tarihi Notlar”, Uluslararası Karadeniz Havzası Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, sayı: 4,16-41. Kaynar, İhsan Seddar. (2012). “19. Yüzyılın İkinci Yarısından Cumhuriyet’e Fındığın Ekonomik ve Sosyal Tarihi (Orta Karadeniz Bölgesi)”,Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE İktisat ABD. Kılıç, Musa. (2012). “Tanzimat Döneminde Osmanlı Hariciye Nezareti’nin Ermeni Memurları”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, cilt: 31, sayı: 51, 93-124. Peker, Kemal. (1947-1948). Fındık, Giresun: Yeşil Giresun Matbaası Yayınları. Şahin, Gürsoy. (2008). “Osmanlı Devleti’nde Ermeni Tercümanlar”, Ermeni Araştırmaları, sayı: 30, 59-85. Tite A9 Kataloğu. (2013). (Sıra: 302 kutu: 269 belge: 13 adet:10 tarih: 11.05.1329), Ankara: Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları. Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış. (1938). Ankara: Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi Yayınları. Türkmen, Zekeriya. (2013). “İttihat ve Terakki Hükümetinin Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Projesi ve Uygulamaları (1913-1914): Ermeni Meselesine Çözüm Arayışları”, Ermeni Araştırmaları, sayı: 9, 41-75. Uygun, Süleyman. (2015). “Acente-Konsolos (Mesajeri Maritim Kumpanyası Acentesi ve Fransız Viskonsolosu) Raporlarına Göre Giresun Limanı (1880-1909)”, OÜSBAD, Temmuz sayısı, 364-394. Tatcı, M. (haz.) (1990). Yunus Emre-Divan, Ankara: Akçağ Yayınları. Tatcı, M. (haz.) (2014). Niyazî-i Mısrî Halvetî-Divan, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Uralgiray, Yusuf (1986). Arabça İlk ve İleri Dilbilgisi, Riyad: Tebliğ Yayınları, İstanbul.
Düzenlemeler ve resimler; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com

OSMANLI'DA KULLANILAN PARA ÇEŞİTLERİ
OSMANL'IDA KULLANILAN PARA ÇEŞİTLERİ
Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
İlk Osmanlı parası, Osmanlı Dönemi'nde gümüşten imal edilmesi sebebiyle Akçe ismini alarak Bursa'da Orhan Gazi tarafından 1327 yılında bastırılmıştır. Osmanlı Devleti'nin temel para birimi olan Akçe'nin ilk üretim aşamalarında üzerinde tarih uygulaması kullanmıyorken, padişah 1. Bayezid ile birlikte akçelerin üzerinde tarih basılma uygulamasına geçilmiştir.
Parasal değeri olarak ise yapılan araştırmalara göre üç akçenin bir paraya eşit olduğu bilinmektedir. Bir kuruşun karşılığı ise yüz yirmi akçe olarak kabul edilmektedir. Uzun yıllar Osmanlı Dönemi'nde sadece akçe kullanılırken 1687 yılında bu sistem kuruş usulüne göre basılmaya başlanmıştır. Kuruşun küsuratı olarak mangır denilen bakır para da bu dönemlerde bastırılmıştır. İki mangır bir akçe sayılırken bir kıyye halis bakırdan 800 mangır para basılmıştır. Kuruşun dönemi de 1870'te Lira'nın basılmasıyla son bulmuştur.
İlk Osmanlı Parası Olan Akçe'nin İsmi Nereden Gelmektedir?
Ak(beyaz, parlak) para manasında kullanılarak ilk sikkesi gümüşten imal edildiği için Akçe ismi verilmiştir. Günümüzde kullanılan Ak Akçe Kara Gün İçindir Atasözü de ilk Osmanlı parasının beyaz gümüşten imal edildiğini kanıtlar niteliktedir. İlk üretildiği zaman gümüş para anlamı taşıyan akçe, 15. yüzyıldan sonra Akçe-i Osmâni adıyla Osmanlı parası karşılığı olarak kullanılmıştır. Dönemin padişahlarına göre akçenin isminde birçok değişiklik olmuştur. Bu isimleri şöyle sıralayabiliriz.
- Geçer akçe
- Kalp Akçe
- Avarız Akçesi
- Lala Yürgüç Akçesi şeklindedir.
Osmanlı Dönemi'nde de paranın değerinin düşmesine göre de akçeye ayrıca başka isimlerde verilmiştir.
Bunlar;
- Kırpık Akçe
- Züyuf Akçe
- Kızıl Akçe
- Çil Akçe şeklinde sıralayabiliriz.
Osmanlılar, İlhanlılar’ın Anadolu üzerindeki egemenlikleri süresince İlhanlı sikkelerini kullanmışlar, İlhanlı Valisi Timurtaş’ın Mısır’a kaçması üzerine de, H.727/1326-1327 tarihinde kendi adlarına bastırılmış gümüş sikkeleri kullanmaya başlamışlardır. 15. yüzyılın son çeyreğine kadar gümüş akçe ile bakır mangırdan oluşan Osmanlı sikkeleri, H.882/1478 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından sultani ya da hasane-i sultaniye adı altında ilk altın sikkenin darbettirilmesi (bastırılması) ile yeni ve önemli bir aşama kaydetmiştir.
Çift metalli denilebilecek Osmanlı para düzeninde temel ödeme aracı olarak gümüş akçe kullanılmıştır; gümüş akçenin, gümüş içeriği düşürülmek suretiyle, gerekli görüldükçe tağşiş edilebilmesi mümkün bulunmaktadır, oysa altın liralar, altın içeriği Venedik dükası ve diğer yabancı sikkelere bağlı olduğu için, 17. yüzyıl sonlarına kadar standardını korumuştur.
Osmanlı para sistemi, 1844’e kadar, iki metaldeki, altın ve gümüşteki, fiyat dalgalanmalarının yol açtığı parasal istikrarsızlık yanında, hem tağşiş (paranın içindeki değerli maden miktarının azaltılarak, miktar olarak artırılması) yönteminin yol açtığı sürekli devalüasyonlardan, hem 1810’lardan beri kullanılan ve piyasadaki değeri hileli alaşımlar ve ağırlıkların eksikliği yüzünden itibari değerinin çok altında olan ve 1833-1839 yıllarında yeni basımlar sonucu tedavüldeki miktarları hızla artan beşlik (beş kuruşluk sikke)
ve altılık (altı kuruşluk sikke) madeni paraların çok büyük oranda kaynağını oluşturduğu enflasyondan da olumsuz etkilenmiştir. Tağşiş edilmiş paralar aynı zamanda ithal mallarında devamlı fiyat artışlarına yol açmış, kamu gelirleri değeri düşmüş para olarak tahsil edildiğinden, Devlet maliyesi de sarsılmıştır. Örneğin, II. Mahmut döneminde (1808-1839) Osmanlı metal parasının ismi ve biçimi altın baskıda 35 kez, gümüş baskıda ise 37 kez değiştirilmiştir.
ve altılık (altı kuruşluk sikke) madeni paraların çok büyük oranda kaynağını oluşturduğu enflasyondan da olumsuz etkilenmiştir. Tağşiş edilmiş paralar aynı zamanda ithal mallarında devamlı fiyat artışlarına yol açmış, kamu gelirleri değeri düşmüş para olarak tahsil edildiğinden, Devlet maliyesi de sarsılmıştır. Örneğin, II. Mahmut döneminde (1808-1839) Osmanlı metal parasının ismi ve biçimi altın baskıda 35 kez, gümüş baskıda ise 37 kez değiştirilmiştir.
Diğer taraftan, Osmanlı Maliyesi, 1770’lerden 1840’lara kadar uzanan dönemde yaşanan savaşlar ve II. Selim’in saltanatı (1789-1807) sırasında başlayıp, II. Mahmut (1808-1839) zamanında girişilen, örneğin 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kapatılarak Nizamı Cedit Ordusu’nun kurulması ve asker sayısının 120.000’lere kadar artırılması ve diğer reform çalışmalarının da sonucu olarak, büyük bütçe açıkları ile karşı karşıya kalmış, açıkların giderilmesi amacıyla başvurulan sıkı vergi denetimleri ve yeni kaynak arayışları yeterli gelmeyince, iç borçlanmaya ağırlık verilmiş, bu da yetmeyince II. Mahmut (1808-1839) döneminde tarihinin en büyük tağşişlerine başvurmak zorunda kalmıştır; Osmanlı kuruşunun içinde 1690 yılında 15.6 gram, 1740 yılında 14,5 gram, 1757 yılında 11,4 gram, 1789 yılında 6,9 gram ve 1808 yılında 5.9 gram gümüş bulunmakta iken, bu miktar 1831-32 yılında % 83 oranında azalarak 0,5 grama gram ile en düşük düzeyine inip, para “bakır mangıra” ve “pula” dönmüş, 1844 yılında gerçekleştirilen para reformu ile birlikte kuruşun içindeki gümüş miktarı tekrar 1 grama yükselmiştir. Daha 1838’de, Abdülmecid tahta çıktığında, finansal ve parasal alanda reform ihtiyacı çok belirgin bir hal almıştı. Yine, 1844 yılına kadar ki dönemde, parasal sorunlara çare olmak üzere, çeşitli ayar ve vezinlerde 47 çeşit gümüş para ve yine muhtelif adlarla altın paralar tedavüle çıkarılmış, ancak, bunlar, savaşlar karşısında merkezi devleti güçlendirmek üzere Hazineye gelir sağlamak amacı ile zaman içinde, en büyüğü 1585’de olmak üzere, büyük oranda tağşiş edilmiştir.
Gümrüklerin 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile % 13’den % 3’e indirilmesi de özellikle döviz sıkıntısına, dolayısı ile dış ödemelerde güçlüklere ve paranın değerinin düşmesine yol açmıştır.
Islahat hareketlerinin yoğunlaştığı, dünya piyasalarına açılmanın arttığı, dış ticaret ilişkilerinin geliştiği ve genişlediği, demiryolları ve liman yapım işlerinin ve yabancı sermaye sahipli bankacılık kurumlarının yaygınlaştığı 19. yüzyıl başlarında parasal istikrar sadece Avrupalılar bakımından değil, Osmanlı Devleti için de büyük önem ve öncelik kazanmıştı.
Belirtilen nedenler, ihtiyaçlar ve içinde bulunulan koşullar değerlendirilerek ve olası sakıncaları gidermek üzere, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1844 yılında “GENEL PARA REFORMU“na gidilmeye karar verildi.
Osmanlı Devletinde Para Politikası
“Usul-ü Cedide Üzere Tashihi Ayar” kararnamesiyle kabul edilen “1844 Yılı Para Reformu’nun amacı Osmanlı parasını, İngiliz parasına karşı kurun sabit tutulması suretiyle, istikrara kavuşturmak ve tüm ülkede tek bir para birimi kullanımını geçerli kılmaktı. Tağşiş edilmiş eski gümüş paralarla eski altın paralar tedavülden kaldırılmış, tashih-i ayar (ya da tashih-i sikke) adıyla çift-metal sistemi diyebileceğimiz altına dayalı “MECİDİYE LİRASI” ve gümüşe dayalı “MECİDİYE KURUŞU” para birimlerinden oluşan 1 Altın Lira = 100 Gümüş Kuruş eşitliğinde desimal (onluk) yeni bir para sistemine geçilmiştir.
1844’den sonra, 6,6 gram (o dönemin ağırlık birimi ile iki dirhem bir çekirdek) saf altın içeren “altın lira” ya da “altın mecidiye” halinde olan altın en önemli alımlar için ya da geleneksel Osmanlı yatırım aracı olarak kullanılmış, “gümüş kuruş” ve en çok baskısı yapılan ve adına mecidiye denilen gümüş 20 kuruş ise daha çok günlük gereksinimlerde kullanılmış, Birinci Dünya Savaşı’na kadar 1 İngiliz Lirası = 1,1 Osmanlı Lirası paritesi değişmemiştir.
Bu reformun getirdiği Osmanlı yeni metal “mecidiye kuruş” yüksek kalite ithal gümüş kullanılarak İngiltere’den getirilen makinelerde basılmıştır. 1844-1878 yılları arasında altın lira her biri aynı zamanda 1 gram saf gümüş içeren 100 gümüş kuruşa eşit kabul edilmekte iken, 1878 yılından itibaren gümüşün bulunabilirliği azalmış, gümüşle altın arasındaki bağ kesilmiş ve çiftmetal sistemi bırakılarak, Osmanlı parası için altın tek standart haline gelmiştir.
Çift-metal sistemi’ni terkederek, 1880 yılına kadar, ABD ve çoğu Avrupa ülkelerinin de kabul ettiği “topal’ altın standardında, gümüş yasal olarak ödeme aracı olarak tanınmaya devam etmekle beraber, artık, darphaneler tarafından basılmadığı için, ticari işlemlerde fazla önemi kalmamış oluyordu.
Osmanlı Devleti de geniş birimlerde gümüş sikke, özellikle de “20 kuruş mecidiye” darp etmeyi (basmayı) durdurdu; ancak 1916 yılına kadar mevcut gümüş sikkeler ödeme olarak kabul edilmeye devam edildi.
1922 yılına kadar, Osmanlı Devleti’nin piyasaya sürdüğü altın ve gümüş sikkeler 1844’de belirlenen standartlara sadık kalmıştır.
1850-1914 döneminde Osmanlı altın lirasının diğer paralara göre paritesi ise şöyle idi:
1 İngiliz Sterlini = 1,1 Osmanlı Lirası
1 Fransız Frangı = 0,044 Osmanlı Lirası
1 ABD Doları = 0,229 Osmanlı Lirası.
1 Fransız Frangı = 0,044 Osmanlı Lirası
1 ABD Doları = 0,229 Osmanlı Lirası.

SÜMERLERDE TANRI ANLAYIŞI VE TANRILAR PANTEONU
SÜMERLERDE TANRI ANLAYIŞI VE TANRILAR PANTEONU
Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
Sümerlere ait dini inanç ve uygulamalar Ortadoğu‟daki toplumlara doğum, evlilik, ölüm, tarım, ticaret, yönetim, seyahat, hukuk, savaş, barış gibi konularda büyük bir etki yapmıştır.
Sahip oldukları dini inançların merkezinde ise çok tanrılı ve kozmolojiyle ilgili tanrı anlayışları bulunmaktadır.
Sümerler, karşılaştıkları her nesneyi tanrılarla ilişkilendirmişler ve sayısı binlerle ifade edilen bir tanrılar panteonu oluşturmuşlardır. Bu tanrılar görev ve özellikleri bakımından sınıflara ayrılmış ve belli bir hiyerarşi içerisinde tasnif edilmiştir.
Böyle bir çalışmada bütün Sümer tanrılarının incelenmesi, makale boyutunu aşacağından dolayı Sümerlerin tanrı anlayışları ortaya konularak panteondaki önemli tanrılardan bahsedilmiştir.
Bu makalede, dokümantasyon yöntemiyle elde edilen veriler, objektiflik esasına dayalı olarak Dinler Tarihinin deskriptif (vasıflandırıcı) metodu kullanılarak yazıya geçirilmeye çalışılmıştır.
Bu makale ile Sümerler hakkında yapılacak olan çalışmalara katkı sağlanması amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Sümerler, tanrı, tanrıça, panteon, an, enlil
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
==============================================119 Giriş
Sümerler, Mezopotamya‟ya yaklaşık olarak M.Ö. 3500‟ler den sonra gelmeye başlamıştır.
Güney Mezopotamya‟daki bataklık bölgeye gelen Sümerler, farklı gruplar halinde yerleşime elverişli bölgelerde Eridu, Ur, Uruk, Lagaş, Umma, ġuruppak ve Kiş gibi birçok şehir devleti kurmuşlardır.
Buralara geldiklerinde kendilerinden daha alt seviyede bir köy kültürüyle karşılaşmışlardır.
1 Bölgeye Sümerlerden önce gelen bu kültür kısa sürede Sümerlerden etkilenmiş ve çömlekçi çarkı, silindir mühür, yüksek mabet gibi bir takım yeni kültür unsurları oluşturmaya başlayarak eski köy kültürünü hızla şehir kültürü haline getirmişlerdir.
2 Bilim adamları tarafından Sümerlerin, ilk dönemlerde Hint kökenli ve indus kültürüne mensup olabilecekleri söylenmiştir.
3 Fakat Antropolojik ve arkeolojik bulgular, Sümer dilinin bitişik bir yapı arz etmesi, Sümerlerin hem Hint hem de bölgeye daha sonraları gelmeye başlayan Sami kavimlerden farklı bir kavim olduğunu gösterir.
4 Sümerler, Mezopotamya bölgesinde tarih sahnesine çıkan büyük medeniyetlerden birisidir. Sümerler, kendi dönemi içerisinde yaşayan birçok toplum ve devlete etkide bulunmuş, ayrıca sosyal ve siyasi hayata getirmiş oldukları önemli yeniliklerle kendilerinden sonra gelen devlet ve medeniyetlerin gelişimine de öncülük etmiştir.
Bütün bunlar Sümerlerin önemli özelliklerinden bazılarıdır.
5 Sümer dini inanç yapısının temelini tanrılar panteonu oluşturmaktadır.
6 Oldukça çok sayıda olan Sümer tanrıları bir sistem içerisinde düşünülmüş, Sümerlerin zihinsel tasavvurları sayesinde bu tanrılar teolojik bir inanç olarak kalmayıp, kültür, edebiyat ve mitolojide köklü varlıklar olarak betimlenmiştir.
7 Evrenin sürekliliğinin ve işleyişinin bu tanrıların denetimi ve idaresi sayesinde devam ettiği düşünülmüştür.
8 Sümerler bu tanrılarının her birini dingir kelimesiyle adlandırmışlardır.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Sümerlerde Tanrı Anlayışı Sümer tanrıları, insan şeklinde tasavvur edilmiş ve ölüm dışındaki diğer insani vasıflar kendi inançları çerçevesinde bu tanrılara yüklenmiştir. Sümer metinlerinde bu tanrıların yeme, içme, evlenme, çoluk çocuk sahibi olma, hastalanma, yaralanma, savaşma, kızma, öfkelenme, kıskanma, nefret etme, gibi insanın temel doğasında bulunan özellik, ihtiyaç ve duyguların bulunduğu görülür.
Ayrıca sahip oldukları olağanüstü güçlerin de belli bir takım kanunlara ve yasalara tabi oldukları anlaşılır. Aynı zamanda her istediklerine ulaşamadıklarını, bazen amaçları uğrunda çeşitli planlar kurup hile ve kurnazlık diyebileceğimiz bir takım davranışların içerisine girebildikleri görülmektedir.
Sümer tanrıları, insan şeklinde betimlenmiş olsalar da bir takım tanrısal alametler ve simgelerle tasvir edilmiştir.
Tanrısal yetkileriyle alakalı olan bu simgeler her tanrıda farklılıklar arz etmektedir.
Mesela Nergal vahşi bir aslan ya da aslan-iblis şeklinde tasvir edilmiştir.
Nabu, yılan-ejderha ile İşkur ise aslan-ejderha ile betimlenmiştir. Yer altında ikamet eden Ningişzida genellikle çeşitli ejder şekilleriyle tasvir edilirdi.
Ayrıca boynuzlu başlık giymek tanrılık alametlerindendi.
Bu yüzden tanrıların betimlendiği tablet ve silindir mühürlerde, boynuzlu başlık oldukça sık kullanılmıştır.
9 Sümerlerde nesnelerle ilişkili tanrıların durumu tartışmalıdır. Tanrı olarak kabul edilen aşkın varlığın, nesnenin kendisi mi olduğu yoksa bu nesnenin simgesel bir ifadesi mi olduğu kesinlik kazanmamıştır.
Örnek vermek gerekirse gökyüzünde parlayan ayın, panteondaki tanrılardan Nanna-Sin‟in kendisi mi olduğu ya da Nanna-Sin‟in tecellisi mi olduğu net değildir.
10 Sümerlere göre tanrıların insanlar gibi aile kurması ve çocuk sahibi olması tanrı anlayışında bir panteonun oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca çevre, kültür ve toplumlarla da inanç noktasında etkileşim olmuştur.
Tanrıların, panteon içindeki konumları Sümer şehirlerinin gelişmesi ile irtibatlıdır.
Mezopotamya bölgesinde her kentin koruyucu bir tanrısı bulunmakta, zaman içerisinde siyasi, ticari ve askeri bakımdan gelişen bu kentlerin tanrıları da Sümer panteonunda önemli yerlere gelmektedir.
Böylece önemli kentlerin tanrılarına diğer kentlerde de tapılmakta ve saygı gösterilmektedir.
11 Bu durum muhtemelen gelişen kentlerin diğer şehirlere olan tesirinden meydana gelmektedir. bakımından bir bağ bulunduğunu belirtmiştir.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
121
Sümerlere göre kentin tanrısı kendisine kurulan mabetlerde
yaşamakta, mesken olarak burayı seçmekteydi. Sümer kentlerindeki bu tanrıların, o kentin gelişip büyümesinden, her alanda ilerlemesinden, kent insanlarının güven ve geçiminden ayrıca huzur ve mutluluklarından sorumlu olduğuna inanılmaktaydı.
Tanrılar yalnızca ziggurat adı verilen mabetlerde kalmaz, zaman zaman başka şehirlere de yolculuk yapmaktaydı.
Sümer tabletlerine göre tanrılar bu yolculuklarında, genellikle Sümerlerin bulmuş oldukları tekne, savaş arabası gibi vasıtaları kullanmaktaydı.
12 Bir Sümer kent tanrısı, kenti korumakla birlikte tanrılar panteonunda kentin sözcülüğünü de yapmakta ve panteonda şehrin menfaatini korumaktaydı.
Bunun yanında kent tanrıları ancak büyük meselelerle ilgilenirler ve ancak -çok zaruri ihtiyaçlarında- sadece büyük krallarla veya önemli rahiplerle iletişime geçerlerdi.
Sümer teolojisinde, kent tanrılarının herkesle ilgilenebilecek kadar vaktinin olmadığı düşünülmekteydi.
Kent tanrısı o kentte yaşayan bütün insanların sıkıntı ve durumlarını takip edemeyecek kadar meşgul olduğu için her ailenin de koruyucu ve sıkıntıları giderici bir tanrısı bulunmaktaydı.
Buna rağmen aile fertlerinin, ailenin tanrısının yanı sıra kentin tanrısına karşı da büyük sorumlulukları bulunmaktaydı.
13 Sümerlerde her birey tanrıların barınma ihtiyacı için yapılan kutsal mabet ve zigguratların yapımında çalışmak, onlara adak sunmak, yapılan törenlere ve dini ritüellere katılmak zorundaydı. Sümerler herhangi bir mesele konusunda tanrıların düşüncesini öğrenmek isterlerse ilk önce rahiplerin yanına gidip onlara tanrı ile kendileri arasında aracılık yapmalarını, tanrıyla iletişime geçip istek ve sıkıntılarını belirtmesini isterlerdi.
Böyle bir durumda kurbanlar kesilir, kurbanın karaciğerindeki işaretlere göre bazı sonuçlar çıkarılırdı.
Bu işretlerin hangi manalara geldiği ise mabetlerde bulunan tabletlerden anlaşılırdı.
Rahip genellikle bu izleri yorumlar ve gelen şahsı, izlerden çıkarmış olduğu yorumlara göre yönlendirirdi.
14 Sümer dininde, bir insanın etrafında gördüğü, hissettiği, düşündüğü ve hayal ettiği her nesne ve varlığın bir tanrısı bulunmaktaydı.Şüphesiz ki bu kadar çok tanrısı olan bir dinde, bütün tanrılar aynı ve eşit seviyede ve benzer özelliklerde değildi. Tasavvur edilen nesne ne kadar önemliyse o nesnenin tanrısı da bir o kadar üstün vasıflara sahipti. Mesela güneĢ tanrısı Utu ile yapılardan ve mimariden sorumlu olan tanrı Nindub‟un aynı kategoride değerlendirilmesi imkânsızdı.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Yine panteonda bulunan yazgıyı belirleyen yedi tanrı da diğer bütün tanrılardan farklı bir konuma sahipti.
15 Tanrıların tebaası ve hizmetinde bulunan, onların yardımcıları konumunda olan ilahlarda mevcuttu.
Bu ilahlar da her ne kadar tanrılar grubunun içerisinde bulunsalar da hizmetinde bulundukları efendileriyle aynı konuma ve güce sahip değillerdi. Panteondaki tanrılar yetki, sorumluluk ve güçlerine göre çeşitli gruplara ayrılmaktaydı.
Panteon, yazgıları belirleyen yedi tanrı (An, Enlil, Enki, Ninhursag, Nanna-Sin, Utu, İnanna), Sümerlerin elli ilahtan oluşan büyük tanrıları 15 Kramer, Sümerler, s. 155. 16 Sümer tabletlerinde yüzlerce tanrı ismi geçmesine rağmen bu grubu oluşturan elli tanrının ismi bile şu an için elimizde bulunmamaktadır.
Ancak bazı araştırmacılar tabletlerde geçen tanrı isimleri ve özelliklerine bakarak sadece kişisel tahminlerde bulunabilmektedirler.
16, yaratıcı güce sahip olmayan tanrılar, diğer tanrıların mahiyetinde bulunan ilahlar ve bunların dışında kalan bütün tanrılardan oluşuyordu.
Tabletler incelendiğinde tanrılar panteonunda An, Enlil ve Enki‟den meydana gelen üçlü tanrı anlayışı diğerlerine göre oldukça baskındır. Evren unsurları bu üç tanrı da karakterize olmuş, diğer tanrılar daha basit unsurlarla ifade edilmiştir. Bu teolojiye göre gökyüzü, yeryüzü ve etrafı çevreleyen sular bu üç tanrının sorumluluğu altında şekillenmiştir. Hava, su, toprak öngörüsünden hareketle ortaya çıkan bu üçleme, belli ki Sümerlerin evrenle alakalı düşünceleri ve maddenin ana unsurları fikriyatından türemiştir.
17 Sümerlere göre kozmosun tamamlanabilmesi için nasıl bu unsurlara ihtiyaç varsa ilahi sistemin tam olarak işlevsel bir hal alması da bu üçlemeyle ancak mümkün olabilir.
Sümer dini ile ilgili kaynaklarda bir tanrının yaratmayla alakalı isteklerinde, o konuyla alakalı planları yapmak ve ilahi sözcüğü kullanmak yeterliydi. Çünkü birçok teolojik sistemde olduğu gibi Sümer‟de de ilahi sözcük yaratıcı güce sahipti ve bir şeyin olması için bir sözcük fazlasıyla yeterliydi.
18 2.Yazgıyı Belirleyen Yedi Büyük Tanrı Sümer teolojisinde, görevleri ve özellikleri bakımından diğer tanrılardan ayrılan ve panteonda önemli konumlarda bulunan yedi büyük tanrı bulunmaktadır. Evrenin oluşumu, yeryüzündeki yaşamın devamı, insanın kaderi, tarım, verimlilik, yaratma, ölüm gibi hususlar bu tanrıların sorumluluğundadır.
Ayrıca hava, su, toprak gibi temel unsurlar da bu tanrıların kontrolü altındadır. Sümer kentleri içerisinde ayrı kült şehirleri olsa da bütün Sümerler tarafından inanılan ve ibadet edilen tanrılar
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
123
Bu tanrılardan bazıları önem bakımından zaman içerisinde değiĢimler göstermiĢler, Sümerlerden sonra gelen ülke ve medeniyetlerin inanç sistemleri içerisinde de yer almışlardır.
2.1. An (Anu) Sümer kaynaklarında An olarak isimlendirilen bu tanrıya, Akadlar Anu şeklinde isim vermişler ve ona tapınmaya devam etmişlerdir.
19 Sümerlere göre önemli bir olay olduğu zaman diğer tanrıların da katıldığı meclisi An toplardı.
20 An kelimesi gökyüzü manasına gelmektedir.
Tabletlerde tanrıları belirtmek için kullanılan sembol veya harfin önüne bir yıldız işareti konulur, bu yıldız işareti dingir kelimesiyle ifade edilerek, kullanılan kelimenin tanrıyı kastettiği vurgulanırdı.
Bu yıldızın yalnız başına bulunduğu anlardaki özel manası ise An‟dır.
21 Sümerlerde An, ilk hareketin oluşmasını sağlayan tanrı olarak kabul edilmiştir. Sümer tabletlerine baktığımız zaman ilk dönemde en önemli konuma sahip olan tanrının An olduğu görülür. Tanrı listelerinin ilk sırasında An‟ın ismi geçerdi.
22 Tanrıların babası ismiyle vasıflandırılan An hiçbir tanrıda bulunmayan özelliklere ve güce sahiptir. Ayrıca o, diğer tanrıların aksine soyut özellikler taşımaktadır.
Tanrılar panteonunda çok önemli yerlere sahip olan Enlil, Enki ve İnanna An‟ın çocukları olarak kabul edilmiştir.
Teolog ve rahiplerin belirttiği gökyüzü teorisinde An, gökyüzünün en üst katında düşünülmüştür.
23 Mitolojik Tanrıların üzüntülü veya sevinçli olduğu, sıkılıp bunaldığı veya çeşitli sorunlarla boğuştuğu dönemlerde An‟ın mekanı olan gökyüzünün en üst katında bir araya geldikleri anlatılmıştır.
24 Bu durum An‟ın diğer tanrılar üzerindeki otoritesini göstermektedir. Sümerlerin matematiksel hesapları altmışlık sayı sistemine göre düzenlenmişti. Matematiksel işlemlerde olduğu gibi evrendeki bütün nesneler ve eşyalar altmışın katlarına göre hesaplanır ve buna göre düzenlenirdi.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
25 Bu sayısal değerlendirme inanç yapısında da uygulanmış ve
her tanrıya sayısal bir değer biçilmiştir. An‟ın sayısal değeri ise Sümer sayısal sisteminin en yüksek değeri olan altmıştır.
26 An‟ın kült şehri Sümerlerin siyasi ve kültürel açıdan en çok zirvede bulunduğu yerlerden birisi olan Uruk‟tur.
Fakat An‟a, Uruk‟un haricinde diğer Sümer şehirlerinde de tapınılmıştır.
27 Bu durum herhalde Uruk‟un, Mezopotamya siyasi tarihinde özel bir yere sahip olmasıyla alakalıdır.
Sümer krallıklarının birçoğuna ev sahipliği yapan bu şehir, toprakların genişlemesinden sonra ise başkent unvanını taşımıştır. Herhalde Uruk hanedanlarının yönetimde olduğu dönemlerde diğer kentleri dini açıdan tesiri altına almıştı.
Bununla birlikte Sümerlerin dini merkezi olma durumuna kavuşamamıştır.
Bunda An‟daki özelliklerin bazılarının sonraki dönemlerde Enlil‟e aktarılmasının payı oldukça büyüktür.
An‟ın diğer kentlerde de tapınılmasının nedeni krallara yönetim gücünü veren veya onlardan bu gücü geri alan tanrının An olduğu inancının bulunmasıdır.
28 Bu sebeple Sümer krallarının birçoğu kendilerini An‟a karşı sorumlu ve borçlu hissetmişlerdir. An‟a atfedilen sıfatlar, diğer bütün Sümer tanrılarından farklı ve genel sıfatlardır.
Bu sıfatların farklılığı, An‟ın büyüklüğünün haricinde başka meselelere de aydınlık sağlayabilir.
İlk dönemde Sümerlere göre An kavranılamaz, anlaşılamaz ve uzak gibi sıfatlarla nitelendirilmiştir.
29 Bunun yanı sıra An‟a ait tasvirlere, simgesel Şekillere ve betimlemelere de ancak nadiren rastlanır.
30 An‟a yüklenen sıfatlar ve kelime olarak An‟ın taşıdığı anlam Sümerlerin bu tanrıyı semavi bir varlık olarak kabul ettiklerini göstermektedir.
31 Sümerlerde ilk dönem Tanrı inancının An etrafında Şekillenmesi ve sahip olduğu bu üstün vasıflar, aklımıza Eski Türklerde görülen Gök Tanrı inancını getirmektedir.
32 Nitekim Gök Tanrı inancında da benzer özellikler bulunmaktadır. An‟ın Sümer inancında ilk dönemlerde tek Tanrı olması, sonraki dönemlerde ise gelen Akad göçleri sonucu bir panteonun olşması, An‟a benzeyen fakat onun sıfatlarını taşımayan tanrıların meydana çıkarılması, daha sonra ise An‟ın nereden geldiği düşüncesi ile Anşar, Kişar ve Uraş gibi tanrılardan oluşan bir nesebin ona
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
===============================================
125 atfedilmesi de muhtemeldir.
An‟ın özellikleri, Sümer dininin zamana ve mekâna göre değişkenlik göstermesi, Sümerlerin Anav kültürüne mensup olma ihtimalinin oldukça yüksek olması bu görüşü desteklemektedir.
2. 2. Enlil (Nunamnir) Enlil, Sümer tabletlerinde Nunamnir ismiyle de zikredilmektedir.
Mezopotamya‟da ilk olarak Akadlar tarafından tapınılmıĢ olan Enlil‟e, Akad dilinde Ellil denilmekteydi.
İlkçağ Mezopotamya Tarihi‟nde her dönem tanrılar panteonunun en önemli isimlerinden birisi olarak kabul edilmiş, An‟ın bölgedeki etkisini giderek kaybetmesinden sonra ise onun yerine geçmiş ve Sümer tanrılar panteonunda baş tanrı unvanını almıştır.
Sümerlerin Enlil‟e tapınmasından sonra Asur ve Babil tanrıları arasına da girmiştir.
Babil döneminde her ne kadar M.Ö. 2500 yıllarında baş tanrı olarak kabul edilse de daha sonra Marduk, Enlil‟in yerini almıştır.
Sümerlerin yazgıyı belirleyen yedi tanrısından birisidir. Ona, hava ve fırtına ilahı ismi verilmiştir.
Panteonda ise rüzgârın efendisi şeklinde isimlendirilmiştir. Evrendeki gök ve yer arasındaki hava ve öz olduğu belirtilir. Enlil‟e tanrıların babası, evrenin hükümdarı, bütün ülkelerin hâkimi gibi sıfatlar verilmiştir.
Sümer inançlarına göre evrenin düzenini ve her şeyin kökenini oluşturup bütün bunların bağlandığı temel yapılar olan Me‟nin evren üzerinde yürütücü gücü olarak kabul edilmiştir.
İnsanların huzuru ve mutluluğu için tohumları bulan, onların büyümesini sağlayan, saban ve diğer tarım aletlerini yaratan ilahın Enlil olduğu inancı vardır.
Enlil tüm bunları yaparak Sümerlerin zengin ve mutlu bir şekilde hayat sürmesine neden olduğu için Sümerler tarafından oldukça fazla saygı görmüştür.
33 Sümerlere ait çeşitli metinlerde Enlil‟in tanrısal gücünden ve üstün özelliklerinden bahsedilir. O‟nun sadece belli bir kentin değil tüm Sümer ülkesinin en önemli tanrısı olduğuna vurgu yapılır. Gücünün ülkedeki insanlarla sınırlı olmadığı, tasarrufunun herkesi ve her şeyi kapsadığı anlatılır.
Ayrıca Enlil‟in tanrılar panteonunda en yüce ve en güçlü tanrı olduğu belirtilerek yeryüzünde ve gökyüzünde onun özelliklerine sahip ve ona benzer hiçbir tanrının olmadığı yazılıdır.
34 Sümer krallarına hâkim oldukları toprakları veren tanrının Enlil olduğuna inanılırdı.
35 Eğer Enlil, bir kralı beğenmez ve onun yok edilmesi gerektiğine inanırsa diğer kentlerdeki kral ve yöneticileri harekete geçirir, ve kralın yönetiminin de sona ermesini sağlardı.
========================================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
===============================================
36 Enlil‟in kült merkezi Nippur kentiydi.
37 Fakat Enlil de, An gibi sadece kült şehriyle sınırlı kalmamış, Sümer dönemi sonrasında da Babil gibi birçok önemli devlette varlığını devam ettirmiştir.
Diğer taraftan Enlil‟e verilen sayısal değer ellidir.
38 Enlil‟in Sümer tanrıları arasında giderek ön plana çıkması ve panteonun kralı haline gelmesi, kült şehri olan Nippur‟un Mezopotamya coğrafyasının dini başkenti haline gelmesine neden olmuştur.
39 Enlil‟e atfedilen ilk tanrısal güç, evrenin kozmolojik yapısının oluşumunda göstermiş olduğu etkidir.
Enlil yerle göğü ayıran, babası An‟ın göğü, annesi Ki‟nin ise yeri almasından sonra bu ikisinin arasında insanı yaratıp uygarlığı başlatan tanrı olarak kabul edilir.
Sümer tanrı anlayışında Enlil hava tanrısı olsa da, yeryüzündeki tasarrufları “Ki” ile birleşmesiyle olmuştur.
Belki de bu durum Sümerlerin kendileri hakkında tasarruf yetkisine sahip olma da eril bir tanrıyı, bir tanrıçaya tercih etmelerinin bir sonucudur. Fakat bu anlayışın Sümer teolojisinde bir süreç içerisinde meydana geldiğini belirtmekte fayda vardır.
40 Sümer teolojisine göre Enlil, yok edici özelliğini yaratma gibi kendi iradesi ve takdiri altında, kendişahsına bırakmıştır.
Bu durumda insan nesli sadece yaşadığı sıkıntılara karşı ağlama, yalvarma ve bu ıstıraba katlanma yolunu tutabilmiştir.
Tüm bunlara rağmen Sümerler yapılan ayin ve ritüellerle, sunmuş oldukları adaklarla ve tapınakların inşası ve bakımına katılarak, dua ve yakarışlarla Enlil‟in merhametini ummuşlar, bu yolla kaderlerinin değişebileceğini ümit etmişlerdir.
41 Enlil‟in sahip olduğu bütün güç ve kudrete rağmen kendisiyle alakalı bazı mitolojik hikâyelerde aciz duruma düştüğü, ortaya çıkan sıkıntılara engel olamayıp çare bulamadığı da anlatılmıştır. Örneğin bir şiirde Enlil, ölüler diyarına sürülmüştür.
Enlil, buna engel olamadığı gibi, Ninhursag‟ın Enki‟ye yapmış olduğu lanet sonucu onun rahatsızlığına mani olamamış, “Sonra Enlil çatılmış kaşlarıyla, Kiş halkını Gök Boğası (Sümer teolojisinde boğa ve öküz gibi hayvanlar, Sümer panteonunun en önemli tanrılarını simgelemekteydi.
Gücü ve kızgınlığı sembolize eden bu hayvan tasvirleri, tanrılar panteonunun ilk dönem kralı An için de kullanılmıştır.
Güç ve özelliklerinin Enlil‟e geçmesinden sonra betimlemelerde de benzer geçişler görülür.) gibi öldürüp, azametli bir öküz gibi Erek‟in evini yerle bir ettikten sonra, vakti geldiğinde Agade Kralı Sargon‟a yukarıdaki ülkelerden aşağıdaki ülkelere kadar hükümranlık ve krallık verdi.”
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
===============================================
127 Enki‟nin iyileĢmesine ve Ninhursag‟ın geri dönüĢüne bir tilki yardımcı olmuştur.
42 2. 3. Enki (Ea) Sümer tanrılar panteonunda yer alan Enki, Babilliler tarafından, Akadca Ea ismiyle anılmıştır.
İlk dönemlerde tanrı An‟ın kendi benzerini yarattığı Nudimmud olarak biliniyordu. Mezopotamya‟da kullanılmış bir diğer ismi ise Enkil‟dir. Yer altı sularının tanrısı ismiyle betimlenen Enki‟nin kült şehri Eridu‟dur.
43 Eridu kentinde tanrı Enki‟ye adanarak yapılmış Apsu tapınağı bulunmaktaydı. Aslında Apsu, yer altında bulunan tatlı su okyanusuna verilen bir isimdir. Yeryüzündeki bütün suların kaynağı burasıdır. Enki‟nin, insanoğlu yaratılmadan önce burada yaĢadığına inanılmaktaydı. Enki‟ye verilen sayısal değer ise kırktır.
44 Bu durum Enki‟yi tanrılar panteonunda, Eridu‟yu ise dini açıdan bütün Sümer şehirleri içerisinde üçüncü sırada yer aldığını göstermektedir. Enki‟nin en önemli özelliği tanrılar arasında en çok bilgiye ve akla sahip olmasıdır. O, kendi meselelerini ancak akıllılıkla ve kurnazlıkla hallederdi.
Bu yüzden kendisine kurnaz tanrı Enki şekliyle hitap edilmiştir. Sümerler ona bilgelik, deniz ve ırmak tanrısı gibi vasıflar yüklemiş ve buna göre inanışlarını şekillendirmişlerdir.
Tanrılar, kendi kutsal yasaları olan Me‟leri Enki‟ye emanet etmişler, Enki de bu yasaları denizin dibindeki kutsal tapınağı Apsu (E-Aazu)‟da koruma altına almıştı.
Tanrıların sırlarına vakıf olduğu gibi, âlemler arasındaki gizli yolları ve bu yollara giden kapıları da bilmekteydi.
Enlil‟in evren hakkındaki fikirlerini ve planlarını yürüten ve uygulamaya geçiren tanrı Enki‟dir. Bazı mitolojik hikâyelerde Ana tanrıçayla birlikte bereket ve evrendeki düzenin işleyişini sağlardı.
45 İlk insanı yaratan tanrı da kendisidir.
Bu yüzden insanların kusurlarını örter, onların hatalarını giderir ve insanlara nasihatte bulunurdu.
46 Sümer tabletlerinde en fazla betimleme Enki hakkındadır.
Bunda Enki‟nin kült şehri olan Eridu‟daki Apsu rahiplerinin katkısı büyüktür.
Rahipler Enki‟yi Sümer tanrılar panteonunun en önemli tanrısı ve kralı haline getirmek için yoğun bir çaba içerisindeydiler.
Onların, Mezopotamya tarihi boyunca tüm bu gayretlerine rağmen An, Enlil ve Ninhursag‟dan sonra uzun bir süre dördüncü sırada yer aldı.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Onun, Ninhursag‟ın önüne yani üçüncü sıraya yükselmesi yaklaşık olarak M.Ö. 2100 yıllarına denk gelir.
Fakat bu tarihlerde bile Ninhursag, Enki açısından büyük bir güç, aynı zamanda otoritesine meydan okuyan bir tanrıça olmaya devam etti.
47 Belki de Eridu‟nun diğer Sümer kentlerine nazaran daha alt seviyede bir yapıya sahip olması böyle bir duruma neden olmuştur. Nehir yataklarındaki kaymaların bir sonucu olarak Eridu‟daki verimli tarım arazilerinin giderek çölleşmeye başlaması da, yaratma gücünü elinde bulunduran Enki‟nin yükselişi için hiç iyi olmamıştır.
Fakat Sümerlere göre Enki, panteonda zekâ ve bilgeliği sayesinde rakiplerini alt etmiş ve büyük tanrılar arasında yeri doldurulamaz bir konuma sahip olmuştur.
Bununla birlikte rahiplerin ortaya koyduğu hummalı çalışma, Sümer inanç ve inanışlarıyla alakalı Enki merkezli birçok yazılı tabletin elimize ulaşmasını sağlamış, dini hayat açısından önemli konularda fikir sahibi olmamıza katkı sağlamıştır.
Enki bütün bu çalışmalar sonucunda kült merkeziyle sınırlı kalmayıp bütün Sümer ülkesinde, Akadlar‟da ve Babil‟de inanılan ve saygı gösterilen tanrılar arasına girmiştir.
Enki, tanrılar panteonunun en karmaşık özelliklere sahip tanrılarından birisidir.
Anlaşılması zordur ve eldeki tabletlerde üstün özellikleri anlatıldığı gibi olumsuz birçok özelliğinin de çıkarılabileceği cümleler yer almaktadır.
Tabletlerde Enki‟nin, çok akıllı olduğu ve diğer tanrıları bile şaşkınlığa düşürecek kadar pratik çözümler ürettiği anlatılmaktadır. Ayrıca panteonda değerli ve sevecen bir dost olarak kabul edildiği ve her konuda kendisine danışıldığı ifade edilmektedir.
Enki sözün, hitabetin, sanatın, zanaatın ve büyünün ustası olarak nitelendirilmiştir.
Sümer teolojisine göre Enki, insanlığın başarıya ulaşması için gerekli her şeyi yaratmış, bitkilere hayat vermiş ve emrindeki su kaynaklarını insanların hizmetine sunmuştur.
Sümerler Enki‟yi tarımın ve uygarlığın gelişmesi için hiçbir şeyden kaçınmayan ve emirleri sorgulanamayan üstün bir tanrı olarak kabul etmişlerdir.
Yaratma gücü sayesinde insana gerekli olan her şeyi vermiş, tufan hadisesinde olduğu gibi zaman zaman diğer tanrıların gazabından bile insanları korumaya çalışmıtır.
Parçalarının tamamının bulunamadığı tufan tabletlerinde kısaca şunlar anlatılır.
Tanrılar panteonundan insan neslini yok etmek için bir karar çıkar. Fakat tanrılardan bazıları bu karardan memnun değildir.
Özellikle Enki bu karardan büyük bir rahatsızlık duymaktadır.
Enki, dindar, mütevazi ve tanrılara karşı oldukça saygılı olan Kral Ziusudra‟ya, bir duvarın dibinde inziva içerisindeyken seslenir. Gelecek olan bu felaketi bildirir ve büyük bir gemi yapmasını söyler.
Yedi gün, yedi gece boyunca yağan şiddetli yağmur ve tufandan sonra güneş tanrısı Utu ortaya çıkar ve Ziusudra büyük bir saygıyla kurbanlar sunar.
=======================================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
===============================================
47 Kramer, Sümerlerin Kurnaz Tanrısı Enki,
129
Bundan sonra An ve Enlil‟e karşı hürmet ve saygıyla yerlere kapanan Ziusudra‟ya ebedi yaşam verilir ve Dilmun‟a götürülür.
48 Bu hikâye de olduğu gibi Enki insanların yanında olmuş ve onları bütün kötü durumlardan korumaya çalışmıştır.
Fakat bunun yanı sıra bazen güçlü bir iradeye sahip olamayan ve kendi şahsi isteklerinin peşinden hızlı adımlarla ilerleyen, etrafındaki bütün dostlarının feryatları karşısında hiçbir şey yapmadan sessizce bekleyebilen, kendisine büyük problemler üreten, sefahat içerisinde yaşayan, diğer tanrılarla sürekli bir şekilde bitmez tükenmez mücadelelerin içerisine giren, insanların başına farklı dil problemlerini çıkarıp onların bir bütün halinde anlaşabilmesini engelleyen bir tanrı şeklinde de betimlenir.
49 2. 4. Ninhursag (Nintu) Ninhursag, tanrılar panteonunda yazgıları belirleyen yedi tanrıdan dördüncüsüdür.
İlk dönemlerde Enki‟nin önünde yani üçüncü sırada yer almasına karĢın daha sonraları Apsu rahiplerinin ısrarlı çabaları sonucu panteondaki konumunu Enki‟yle yer değiştirmek zorunda kalmıştır.
50 Ninhursag, ulu hatun manasındaki Ninmah ve doğuran hatun karşılığındaki Nintu ismiyle de adlandırılmıştır.
Dağlık ülkenin kraliçesi, dağın kraliçesi, doğurgan kraliçe ve soylu kraliçe gibi ifadelerle isimlendirilmiş ve Sümerler tarafından yüceltilmiştir.
Sümerler, Ninhursag‟ı büyük toprak ana olarak isimlendirirler ve buna göre ibadet ederlerdi. Sümerlerin haricinde daha sonraki dönemlerde Asurlular ve Babilliler tarafından da tapınılan bir tanrıça olmuştur.
51 Sümer mitolojisinde tanrıların annesi olduğu ifade edilir ve birçok tanrı ve tanrıçayı onun doğurduğu belirtilir.
Bu yüzden Mezopotamya bölgesinde hüküm sürmüş birçok kral, kendilerini Ninhursag‟ın emzirdiğini ve annelerinin Ninhursag olduğunu söylerlerdi.
52 Bu yolla siyasi otoritelerine dini güç de eklemekteydiler ve kendilerinin insanüstü özelliklere sahip olduğu anlayışını oluşturmaktaydılar.
Bu şekilde otorite, dini etmenlerle güçlendirilmiştir.
Tanrıça Ninhursag‟ın kült merkezi Adab şehriydi.
Kendisine, bu kentte bulunan E-mah tapınağında ibadet edilir, ritüeller ve törenler düzenlenirdi.
Fakat gün yüzüne çıkartılan bazı tabletlerde Kiş‟in efendisi şeklinde nitelendirilmelerde bulunulmuştur.
===============================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Bu tabletler, Ninhursag‟ın Kiş kentiyle de bir bağlantısının olduğunu göstermiştir.
53 insanın yaratılışında önemli bir yer tutan Ninhursag, genel olarak Sümer mitolojik kaynaklarında Enki ile ilişkili konularda yer bulur.
Enki‟yle zaman zaman eğlencelere katıldığı, onun karısı olduğu gibi ifadeler bulunsa da, bazen Enki‟ye ölümcül lanetler edecek kadar sert tutumların içerisine girdiği anlatılmıştır.
54 2. 5. Nanna-Sin (Sin) Sümerler ay tanrılarına Nanna, Nannar veya Suen isimleriyle seslenirlerdi.
Bazen birbirinden farklı iki ismi birleştirerek kullandıkları da görülmüştür. Sonraki dönemlerde ise Sami kökenli Akadlar, ay tanrısına Sin adını vermişlerdir.
Bu isimlerin yanı sıra Asimbabbar, Namraşit ve Inbu‟da Nanna-Sin‟i nitelendirmek için kullanılan kelimeler arasındaydı.55 Nanna-Sin, panteonda Enlil‟in oğludur.
Sümer teolojisine göre, cehennemde doğduğu için karanlığı benimser ve gelen yardımlardan olabildiğince uzak durur.
Ur kentinin koruyucu tanrısı olarak kabul edilmiştir. Sümer metinlerinde Nanna-Sin‟in yer altı dünyasında, ölüleri yargıladığı anlatılmıştır.
56 Zamanı belirleyen tanrı olduğu ifade edilir. Nanna-Sin‟e atfedilen en önemli özelliklerden birisi, yeryüzünde yaşayan kralların yapmış olduğu yanlış işler karşısında büyük bir intikamla hareket etmesi ve onları cezalandırmada önemli bir güç olmasıdır. Nanna-Sin, Enlil‟in kenti Nippur‟un Agade tarafından yıkılması Ekur‟un yerle bir edilmesi ve burada kutsal kabul eden bütün dokunulmazların harap edilmesi sonucunda Tanrılar panteonunda Agade, Nippur gibi yıkılacak! diye yemin etmiştir.
57 Sümerler Nanna-Sin için ay ışığının parlaklığı, boğa ve Enlil‟in genç boğası gibi betimlemeler kullanmışlar,
58 boğa ve aslan-ejderha şeklinde tasvir etmişlerdir.
Ayrıca bu tanrının sembolü bir hilalden oluşmaktadır.
An ve Enlil, onu Ur şehrine kral ilan etmişti.
Fakat sonraki dönemlerde Harran kenti de Nanna-Sin için önemli bir merkez haline gelmiştir.
========================================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Harran‟da Nanna-Sin, Utu ve İnana‟nın bulunduğu üçlü bir ilahi sistem oluşturulmu ve
buradaki tapınaklarda bu tanrılara ibadet edilip, onlara tapınılmıştır.
59 Nanna-Sin‟e verilen sayısal değer bir aydaki gün sayısı olan otuzdur.
60 2. 6. Utu (ġamaş) Utu, Sümer tanrı panteonunun yazgıları belirleyen yedi tanrısından birisidir.
Sümerler Utu, Akadlar ise ġamaş kelimeleriyle isimlendirmiştir.
Sümerlere göre Utu, adaletin, hukuk ve kanunların, yeryüzündeki ve tanrılar âlemindeki düzen ve intizamın tanrısıydı.
61 Güneş tanrısı Utu, güneşin aydınlığıyla ve onun parlak ışıltısıyla özdeşleştirilmiştir.
İnsanların dünyasını aydınlatmak, bitkilerin büyümesini sağlamak ve bütün canlılara sıcaklık vermek için her gün doğu dağlarının açık kapılarından gelerek dünya üzerinde her yere ulaştığına, akşam olunca da ufkun batı tarafındaki paralel kapıdan ölüler diyarına gittiğine inanılırdı.
62 Sümer tanrı inancında, ay tanrısı Nanna-Sin‟in oğlu olduğuna, Akadlara göre ise bazen An‟ın bazen de Enlil‟in oğlu olduğuna inanılırdı.
Utu‟nun sayısal değeri yirmiydi
63 ve iki kült Ģehri bulunmaktaydı.
Bunlardan birincisi Sümer‟deki Larsa şehri ötekisi ise Akadlara ait Sippur kentiydi.
Her ikisinde de kendisine adanarak yapılmış E-babbar yani Beyaz Ev adında tapınaklar bulunmaktaydı.
Sonraki dönemlerde Uruk ve Aşşur kentlerinde de tapınılan tanrılar arasına girmiştir.
Sümerler, herhalde Utu‟nun her gün göklerde belli bir düzen ve istikamette ilerlemesinden dolayı her Ģeyi gördüğüne, bunun sonucunda da adalet, doğruluk, düzen ve haklılığı en iyi sağlayacak olan tanrının Utu olduğuna inanmışlardı.
Utu‟ya atfedilen bütün bu özellikler zamanla onun savaşçı bir kişiliğe bürünmesine neden olmuştur. Fakat bununla beraber Utu, insanlarla yakın ilişki içerisinde olan onları kötülüklerden koruyan ve onlara yardımcı olan bir tanrı olarak kabul edilmiştir.
Nitekim Gılgamış ve Dumuzi‟ye sıkıntılı oldukları zamanlarda yardım etmiş ve onları tehlikelerden korumuştur.
64 Sümer tabletlerinde ele geçirilen ve çözümlemesi yapılan bir Şiirde Utu, bilgili, bütün bilinmezleri ortaya çıkartan, en karmaşık ve gizemli falları bile aydınlatan bir tanrı olarak tasvir edilmektedir. Sümerlerin inanç yapısında Utu, ilahi bir yargıçtır.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
İnsanların kendilerini yapayalnız hissettiği anlarda onların yanlarında olan en büyük teselli vericidir.
Yine benzer Ģekilde insanlara ve hizmetkârlarına kızan, onlara küsen ve onları yok etmek isteyen tanrıları sakinleştirmek ve teskin etmek görevi de Utu‟ya aittir.
65 2. 7. İnanna (İştar) Sümerler‟in inanna şeklinde isimlendirdikleri bu tanrıçaya Akad dilinde İştar adı verilmiştir. Çivi yazılı tabletlerde, gökyüzü tanrısı An‟ın, Enlil‟in veya ay tanrısı Nanna-Sin‟in kızı olduğu yazılıdır.
Güneş tanrısı Utu ve yer altı dünyasının kraliçesi Ereşkigal, İnanna‟nın kardeşleridir.
Elçisi ise Ninşubur‟dur. Tanrıça İnanna‟nın tapınağı E-ana Gökyüzünün evi manasına gelmekteydi ve Uruk‟ta bulunmaktaydı. İnanna, An‟dan sonra Uruk‟un en önemli ilahesiydi. An‟ın zamanla önemini yitirmesinden sonra Uruk‟ta değeri ve gücü giderek artmıştır.
66 İnanna‟nın kült kenti Uruk olmakla birlikte farklı yerel biçimleri de ortaya çıkmıştır.
Bu duruma, Zababa‟lı İnanna, Agade‟li İnanna, Kiş‟li İnanna, Nineveh‟li İştar, Arbail‟li İştar gibi örnekleri verebiliriz.
67 Ġnanna, Sümer toplumunda her dönemde dikkat çeken bir tanrıça olmuştur.
Yahudilerde Astarte, Yunanda Afrodit, Romada Venüs gibi isimlerle özdeşleşen efsanelerin kökeninde aslında İnanna vardır. Venüs yıldızını simgeleyen İnanna güzelliğin, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin, kurnazlığın, bereketin ve çoğalmanın simgesi haline gelen bir tanrıça olarak düşünülmüştür.
Sümer tabletlerindeki anlatılarda İnana, tanrıların en üstünü olan Enlil‟e istediklerini yaptırtabilmi, Sümerlerin kurnaz tanrısı Enki‟yi ise kandırabilmiŞtir.
68 İnanna‟nın bütün bu özellikleri, birbirinden farklı üç kişiliğin onda bir araya gelmesine neden olmuştur.
Bunlardan ilki bereket ve aşk tanrıçası olmasını, diğeri kavga ve savaştan hoşlanan savaş tanrıçası olmasını, sonuncusu ise venüs gezegeniyle görünen tanrıça olmasını sağlamıştır.
69 Kutsal evlilik geleneğinin oluşmasında İnanna en büyük faktördür.
İnanna‟nın, Uruk Kralı Dumuzi ile evlenmesi sonucu ülkeye bereket ve bolluk geleceğini düşünen Sümer rahipleri, Uruk‟un dördüncü Kralı Dumuzi‟yi çoban tanrısı yaparak İnanna ile evlenmek üzere seçmişlerdir.
===============================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
133 konuyla ilgili Sümer şairleri ise konuyla ilgili kil tabletlere yazılmış oldukça fazla metin bırakmışlardır.
70 İnanna‟nın etrafında kendisine hizmet eden erkek kıyafetli kadınlar ve kadın kıyafetli erkekler bulunurdu.
Bunların içindeki erkekler kendilerini taş bıçaklarla yaralarlar dı. İlk dönem edebi eserlerde İnanna, dindar bir yaşayış içerisinde bulunan Sümerlere yardım eden bir tanrıça olarak karşımıza çıkar.
Fakat daha sonraları birçok kişiyle sevgi ilişkisi olan fakat hepsine de bir şekilde zarar veren, bir tanrıça olarak betimlenir.
Nitekim Gılgamış, İnanna‟ya, “…Sen soğukta ısıtmayan bir örtüsün, sen rüzgâra ve fırtınaya mâni olmayan uydurma bir kapısın, sen üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin, sen içinde toplantı yapan kahramanların üstüne çöken bir saraysın..
Sen taşıyıcısının üstüne boşalan bir kırbaçsın, sen taşı duvarı çatlatan bir kireçsin, sen düşman ülkesini cezbeden bir yemişsin, sen sahibini sıkan bir ayakkabısın..
Dostlarından hangisini ebedi olarak sevdin, Çobanlarından hangisini daimi olarak beğendin?
Haydi mahbublarının adlarını sayayım:
Sen gençliğinin sevgilisi olan Dumuzi'ye sene be sene ağıdı mukaddes kıldın. Sen renkli çoban kuşunun aşkına düştün, fakat sonra ona da vurup kanadını kırdın.
Şimdi o ormanlarda kappi (kanadım) diye bağırıyor” şeklinde seslenmiştir. Bununla birlikte aynı zamanda gücüne güç katmak için yoğun çaba harcayan bir tanrıçadır.
Enki‟den sorumluluğu altında olan Me‟leri bir bekilde almaya muvaffak olmuştur.
71 Dumuzi ve İnanna mitinde kız kardeşi Ereşkigal‟in yönetimi altında olan ölüler diyarının hakimiyetini ele geçirmek ve yer altı dünyasının kraliçesi olmak için ölüler diyarına gittiği anlatılmaktadır.
72 Fakat Sümer teolojisinde, her baharda tabiatın yeniden canlanmasıyla gelişen, İnanna‟nın merkezde olduğu kutsal evlilik ritüelleriyle şekillenen tabiat ve bereket tanrıçası olma özelliği diğer bütün özelliklerine baskın gelir.
73 İnanna, matematiksel sistemde on beş sayısıyla ifade edilmiştir.
74 Bulunduğu kült merkezinde Sümerlerin en büyük tanrısı An‟ın da yer alması ilk dönemlerde İnanna‟nın geri planda kalmasına neden olmuştur.
Savaş, İnanna‟nın oyun alanı olarak görülmüş ve Sümer silindir mühürlerinde genellikle baştan aşağıya silahlarla kuşanmış olarak tasvir edilmiştir.
Kutsal hayvanının aslan olması da onun belki de savaĢçı özelliğini vurgulamaktadır.
Ayrıca, İnanna‟nın cinsellikle özdeşleşen tanrıçalığını sembolize eden heykellere hemen hemen bütün Mezopotamya‟da rastlanmıştır.
===============================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
===============================================
Bazen de etrafında yıldız halesi bulunur bir halde betimlenmiştir.
75 3. Diğer Önemli Tanrılar Sümer dininde yazgıyı belirleyen yedi tanrının haricinde yüzlerce tanrı bulunmaktadır.
Sümerler tarafından tutulan kaynaklarda üç binin üzerinde tanrı adı geçmektedir.
Bunlardan çoğunun nitelikleri ve özellikleri bilinmemektedir. Burada ancak tabletlerde ön plana çıkan bazı tanrılar ve olağanüstü güçlere sahip diğer varlıklar belirtilecektir. 3.1. Anunnaki‟ler ve İgigi‟ler Yeryüzü şekillendirilmeden ve insan yaratılmadan önce Sümer tanrıları efendiler ve köleler şeklinde ikiye ayrılmaktaydı. Efendi diye nitelendirilen tanrılar, Sümer tanrılar panteonunun büyük tanrılarından, köleler ise büyük tanrıların hizmetinde bulunan ve onların işlerini yapan Anunnaki ve İgigi‟lerden oluşmaktaydı.
Sümerlerin bilgi ve akılla özdeşleştirilen su tanrısı Enki, tanrıların tanrılara hizmet etmesini kabul etmemişti.
Enki‟nin bu karşı çıkışından dolayı insanlar yaratılmış ve kölelerin görevleri onlara yüklenmiştir.
Eski görevleri kendilerinden alınan Anunnaki‟ler ve altı tanrısı ölüler diyarının kraliçesi Ereşkigal‟in maiyetine, İgigi‟ler ise gök tanrısı An‟ın maiyetine girdiler.
76 Anunnaki‟ler, EreŞkigal‟in denetimi altına girmeden önce Enlil tarafından yönlendiriliyorlardı.
Yer altındaki ve yeryüzündeki sularda yaşıyorlardı. İgigiler ise yıldızlarla özdeşleştirilir lerdi.
Sümerlere göre yıldızların konumu, hareketleri, zaman içerisinde takip ettikleri yollar, gündelik hayatta meydana gelen olaylarla yakın ilişki içerisindeydi.
İnsanların gelecekleri ve kentlerin kaderi hareket halinde olan bu yıldızların elindeydi ve onlar konumlarına göre bu bilgileri Sümerli rahiplere bildirmekteydi ler.
Bunun yanı sıra büyü, fal, kehanet de bu yıldızların hareketleri ve konumları sayesinde edinilen sonuçlara göre yapılmaktaydı. Ayrıca savaş kararları da kehanet ve geleceğin bilgilerini sunan yıldızların konumu sayesinde alınır, ancak yıldızlar kendilerine has haberleriyle yapılacak savaşın olumlu bir sonuç doğuracağını belirtirse bu yola çıkılırdı.
Bütün bu önemli hususlar, İgigi‟lerin Sümer toplumunda nasıl bir rol üstlendiklerini ortaya koymaktadır.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
3.2. Ereşkigal Sümerler, ölüler diyarı olan yer altı dünyasını Kur veya Ki-gal olarak isimlendirmekteydiler. Onlara göre evrendeki en kötü ve sıkıntılı yer burasıydı.
Ölümün zalim ülkesi Ģeklinde vasıflandırdıkları Kur‟un kraliçesi, İnanna‟nın kız kardeşi Ereşkigal‟dir.
İnanna‟ya tanrılık alanı olarak gök ve yerin hükümranlığı, yaşam ve aşkın tanrıçalığı verilip kendisine ölüler diyarının kraliçeliğinin verilmesini hazmedememiştir.
İnanna ile aralarındaki rekabet ve sürtüĢme Sümer mitlerinde kendisini gösterir.
78 Ereşkigal, cehennem olarak inanılan Arullu‟nun ilk tanrıçası olduğu kabul edilir.
Yer altı dünyasında yedi kapılı cehennemde yedi yargıçla korunmaktadır.
Kocası Nergal, veziri ise Namtar‟dır.
79 3. 3. Ningirsu Ningirsu, LagaĢ kentinin koruyucu tanrısıdır. ġehrin kaderini, zafer ve yenilgi kararını elinde bulundurur. Lagaş kralı Urukagina‟ya ünlü kanunlarını yazdırtan tanrı olduğuna inanılmıştır.
Nitekim bu kanunların sonunda “Urukagina bu akti Ningirsu ile imzaladı.” denilmektedir.
80 Ninurta ismiyle de anılıp sava tanrısı olarak tapınılmıtır. Onun, Enlil‟in başsavcısı olduğuna inanılırdı.
Enlil‟in oğlu olan Ningirsu ayrıca verimlilik ve güneş tanrısıdır. İlkbaharın taze güneşini sembolize etmektedir. Ayrıca Ningirsu, Suyu gökten ve yerden ayırarak yeryüzüne şeklini veren tanrı olduğuna inanılır.
81 3. 4. Nergal Nergal‟a Sümer inancında, orman yangınları, ateş, veba ve bulaşıcı hastalıklardan sorumlu tanrı olduğuna inanılmıştır. Şiddetli bir savaş tanrısı olmakla beraber, Nergal hakkında en çok bilgi veren kaynaklar Ereşkigal‟le münasebetleri ile ilgili olanlardır.
Nergal ve Ereşkigal hakkında yazılan tabletin Armana versiyonundaki ifadelere göre tanrılar bir ziyafet düzenler ve EreĢkigal‟e de bir elçi gönderirler.
Elçi Ereşkigal‟e ziyafet haberini verdikten sonra tanrıların şu sözünün iletir: “Biz senin mekanın olan yer altına inemiyoruz, Sende bizim yerimize gelemiyorsun, o halde kendini temsil etmek üzere bize bir elçi gönder.”
Bunun üzerine Ereşkigal veziri Namtar‟ı yerine temsilci olarak gönderir. Namtar tanrıların bulunduğu ziyafet salonuna girdiğinde bütün tanrılar ayağa kalkar fakat Nergal oturuşunu değiştirmez. Bunun üzerine tanrılar Nergal‟i özür dilemek için Erekigal‟in
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
yanına gönderir ve kendisine ne verirse versin yememesi gerektiğini tembih ederler.
Nergal, EreĢkigal‟in yanına geldiğinde onun cehennemi güzelliğine karĢı koyamaz ve onunla beraber olur.
Daha sonra bir bahane bulup yeryüzüne çıksa da Ereşkigal geri dönmemesi halinde bütün ölüleri yeryüzüne salacağını söyler ve yeryüzünde ölülerin canlılardan daha fazla olacağıyla tehdit eder. Nergal yer altına inmeye başlar ve yedi kapıdaki yedi yargıcı da etkisiz hale getirir.
Ereşkigal‟in yanına geldiğinde onun saçlarından tutup tahta doğru sürüklemeye baĢlar. Ereşkigal ise Nergal‟in kendisiyle evlenmesi için yalvarır. Eğer evlenirse ölüler diyarının kralı, kendisinin ise kraliçesi olacağını söyler.
Nergal bu teklifi kabul eder ve ölüler diyarında hayat sürmeye başlar.
82 3. 5. İşkur Sümerlere göre yağmur ve fırtınadan sorumlu tanrı İĢşkur‟dur. Akadlar İşkur‟u, Adad sözcüğüyle isimlendirmitir. Kült merkezi Karkara olan İşkur, Sümerlere göre An‟ın oğlu olarak tasavvur edilmiş olsa da daha eski geleneklerde tanrı Enlil‟in oğlu olduğuna dair ifadeler çeşitli tabletlerde yer almıştır.
İşkur, aslan-ejderha şekliyle tasvir edilmiş, yazınsal anlamda ise rüzgarla aynı biçimdeki yazı karakteriyle ifade edilmitir.
İşkur‟a kehanet tanrısı olarak da tapınılmıştır.
Yeryüzüne hayat vermesi için yaratılan yağmurun, Enki tarafından İşkur‟a emanet edildiğine inanılmıştır.
83 3. 6. Nanşe Nanşe, Lagaş kentinin önemli tanrılarından birisiydi. Enki‟nin kızı olduğuna inanılırdı. Nanşe kehanetlerin ve rüya yorumlarının tanrıçasıydı.
Nitekim Şudea, Eninnu tapınağının yapımına başlamadan önce bir rüya görmüş, ne manaya geldiğini anlayamadığı bu rüyayı Nanşe‟ye tabir ettirmişti.
Bu tabirin doğrultusunda da Eninnu tapınağının yapımına başlanılmıştı.
84 Bununla birlikte o, kuşlar ve balıklarla da ilişkilendirilmiştir. Nanşe, Sümer tabletlerinde, haksızlığa uğrayanların ve sıkıntıya düşenlerin yardımına koşan, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin doğruluğunu araştıran tanrıça olarak betimlenmiştir.
85 Nanşe, insanların etik ve ahlaki davranışlarında önemli bir unsurdu. Nanşe‟nin veziri Hendursag ise insanların günah ve sevaplarını tespit etmek için bizzat Nanşe tarafından görevlendirilmiştir.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
===============================================
137
86 Ahlaki ve etik olmayan hareketler karşısında cezalandırıcı bir rol üstlenen Nanşe, zayıf ve güçsüz olanlara ise merhamet gösterip koruyucu bir tavır takınmıştır.
87 3. 7. Namtar Namtar, Sümerlerce kader ve yazgıdan sorumlu tanrıydı.
88 Akad inancında ise Asig adlı bir hastalığa neden olan ölüler ülkesinin cinidir.
Köpek veya dolanan bir varlık olarak tasvir edilmiĢtir. Enki‟nin çoğu zaman büyülerinde kötü niyetli bu cini kullandığı belirtilmiştir.
89 3.8. Şibil Şibil, ateş, adalet ve muhakeme tanrısıdır.
Tanrıların doğru ile yanlışı ayırt etme, onların arasındaki farkı ortaya koyma yetisini Şibil‟e verdiği düşünülmüştür.
Tanrılar panteonunda, insanların kendi aralarında koymuş oldukları ve uyguladıkları hükümleri araştırmak Şibil‟in göreviydi.
90 3. 9. Aruru Aruru‟ya, Sümer inanç sistemlerinde Ana Tanrıça olarak tapınılmıştır.
Aruru‟nun kült merkezi Uruk yakınlarında bulunan Kiş bölgesiydi. Sümerler dağ sahibesi Babilliler ise büyük tanrıça olarak betimlerler.
91 Tanrılar, Uruklu insanların şikâyetleri üzerine Gılgamış‟a bir arkadaş yaratma teklifini ana tanrıça Aruru‟ya yaptıkları görülür. Aruru da bunun üzerine Enkidu‟yu Gılgamış‟a arkadaş olarak yaratır.
92 3. 10. Ningal Ninga, ay tanrısı Nanna‟nın karısı, güneş tanrısı Utu‟nun, aşk ve bereket tanrıçası İnanna‟nın ise annesidir. Ningal‟in kült merkezi Sümerler‟in Ur şehridir. Tabletlerde, Ur kentinin düşmesi üzerine “Ey benim kentim, sen kuzusundan ayrılmış bir masum koyun gibisin” sözleriyle ağıt yaktığı anlatılır.
93 Kocası Nanna ile beraber gökyüzünde şans ve talihi belirlemektedir.
========================================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================ 94
Şalla‟lar Şalla‟lar, özellikle bahtsız insanları yer altına çekmekle görevli ölüler diyarı cinleridir.
Büyülü metinlerde isimleri sık geçen şalla‟lar yer altı dünyasının önemli kötü ifritlerindendir.
Kendilerini yedi sayısıyla belirtirler. İnanna ve Dumuzi adlı mitte isimleri sıkça geçmektedir. İnanna‟nın yer altına inişinde ona eşlik eden ve Dumuzi‟yi büyük yerin derinliklerine çekmeye çalışan ifritler Şalla‟lardır. Şalla‟ların en önemli özelliklerinden birisi de biçim değiştirebilmeleri dir.
95 Sümer tabletlerinde “Yemezler hiç yemek, bilmezler hiç su, yemezler serpilmiş kutsal unu, İçmezler hiç saçılmış kutsal suyu, Almazlar hiç yatıştırıcı armağanlar, … Öpmezler hiç çocukları,…” şeklinde tarif edilmektedir.
96 3.12. Dumuzi Dumuzi, Babil‟de Tammuz ismiyle anılmıştır. Sümerlerde ise Dumuzi ismiyle bitkiler, toprak, bereket ve çiftlik hayvanları tanrısı olarak kabul edilmiştir.
97 Sümerlerin en önemli mitolojik eserlerinin birisinde kendisini gösterir. İnanna ve Dumuzi arasındaki ilişkiden bahseden bu tabletlerin etkisi oldukça fazla yayılmıştır.
Bu mitoloji de anlatılanlar, sonraları ekinlerin verimli bir Ģekilde büyümesi için kutsal evlilik ritüellerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
98 Sümer tabletlerinde Enki ve koyun tanrıçası Sirtur‟un oğlu olduğu yazmaktadır. Dumuzi‟ye Badtibira‟da tapınılmıĢtır. Kaynaklarda İnanna ile evlenip “Çoban tanrı” olarak panteonda yer aldığı belirtilir.
99 Sümerlerde krallar aynı zamanda rahiplik unvanlarına da sahipti. Özellikle Sargon‟dan sonra Mezopotamya kralları göksel tanrılarla özel bir yakınlık içerisinde olduklarını iddia ediyorlardı. Kabartmalarda krallar tanrılarla yüz yüze tasvir ediliyor, bu tasvirlerde tanrılık alameti olan boynuzlu başlıklar krallara da giydiriliyordu.
100 Tevrat‟ta, Tammuz adıyla geçmektedir.
101 Aslında Dumuzi, Uruk‟un dördüncü kralıdır.
102 Sonraları Samiler tarafından kendisine tanrısal sıfatların yüklenmiş olması muhtemeldir.
========================================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
139
103 3. 13. Gılgamış Uruk kralları içerisinde en meĢhur olanıdır ve kral listesinde adı, beşinci Uruk kralı olarak geçer.
104 Onun siyasi alandaki başarıları, arkasından gelen ozanlara ilham kaynağı olmuş ve yaptığı işler efsaneleştirilerek nesilden nesile aktarılmıştır.
Gılgamış tabletlerinde onun başarıları, tanrılarla arasında geçen olaylar, tufan hadisesi ve ölümsüzlük arayışı anlatılmaktadır.
Sümer inancına göre güne tanrısı Utu, Gılgamış‟ın başı her sıkıştığı anda ona yardım etmiş ve onu tehlikelerden korumuştur.
Onun dehası ve başarıları ölümünden sonra yer altı dünyasında tanrılık unvanları almasına neden olmutur.
Gılgamı, ölüler diyarında saygın bir konumdadır ve ölüler mahkemesinin başyargıcıdır.
Kur‟da, Utu adına olan yargılamaları yapmaktadır.105 Kendisine tanrısal sıfatlar verilen Gılgamış, ölüler âleminde bulunanların doğru davranmasını sağlayan kişidir.
106 Dumuzi gibi koyun tanrıçası Sirtur ile Lugalbanda‟nın oğlu olduğu belirtilir.
107 Yukarıda açıkladığımız tanrıların ve bazı ifritlerin haricinde Sümer inançlarına göre başka tanrı grupları da vardı.
Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz yerel tanrılardı.
Yerel tanrılar diğerleri gibi gelişme göstererek genele yayılamayan tanrılardır. Sadece kendi kült merkezlerinde kabul gören bu tanrılar yine de panteonda yer almaktaydı.
Sitelerin gerçek yönetici ve idarecileri bu tanrılardır.
Burada krallar ancak site tanrılarının adına yönetimde bulunabilirdi.
Gökyüzünde ve yıldızlarda yerleri bulunmakla beraber kült merkezlerinde de makamları vardı.
108 Sonuç Sümer dini tabiat kuvvetleriyle yakın bir ilişki içerisinde olmuştur.
Bu nedenle tanrı anlayışı kozmolojik fikirler etrafında şekillenmiştir. Tanrı ve evren/tabiat arasındaki ilişki dinin bütün unsurlarında kendisini hissettirecek kadar yüksektir.
Sümerler tarafından tanrılar hakkında yazılan hikâyelerde, olağanüstü güçlere sahip olan tanrıların, insani zafiyetler de gösterdikleri görülmektedir.
Her tanrının kendi kült şehrinin, konumuna göre sayısal değerinin ve tanrılık alameti olarak çeşitli simge ve tasvirlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Sümerlerin, tanrı anlayışlarını, o dönemin sosyal ve siyasi hayatından esinlenerek oluşturdukları görülmektedir.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Tanrıların efendiler ve köleler şeklinde sınıflandırılmış olması ve bir panteon içerisinde belli tanrıların liderliğinde düĢünülmesi dönemin siyasi anlayışıyla yakından ilişkilidir.
Ayrıca tanrıların yeme, içme, evlenme, çocuk sahibi olma gibi insani özellikler göstermesi toplumsal hayatın tanrı anlayışı üzerindeki etkisini göstermektedir.
Sümerlerin tanrı anlayışlarında zamana ve siyasi olaylara göre değişiklikler yaşanmıştır.
Siyasi alanda güçlü olan siteler dini açıdan da diğer kentleri etkilemiştir.
Güçlü kentlerde bulunan din görevlilerinin ortaya koyduğu teoloji diğer Sümer kentlerini de etkilemiştir.
Böylece Sümer tanrılarının panteon içerisindeki konumları, zaman içerisinde aynı olmamış, meydana gelen olaylar neticesinde değişiklik göstermiştir. Sümerlerde tanrı için kullanılan “Dingir” kelimesi ile Geleneksel Türk dininde kullanılan “Tengri” kelimeleri aynı köke dayanmaktadır.
Ayrıca Sümerlerin bölgeye ilk geldikleri dönemlerde, gök tanrısı olarak nitelendirdikleri An‟ın tek tanrı olarak kabul görülmesi kuvvetle muhtemeldir.
Onun sahip olduğu yüce vasıflar diğer hiçbir Sümer tanrı/tanrıçasında bulunmamaktadır. Bu özellikleriyle An, Geleneksel Türk dinindeki “Gök Tanrı” ile büyük benzerlik göstermektedir.
Daha sonraki dönemlerde Enlil ve Marduk gibi tanrıların en önemli tanrılar haline gelmesi ve kaynaklarda tanrılar arasındaki nesepsel bağın farklı şekillerde ifade edilmesi, Sümer tanrı anlayışının karşılaşmış oldukları diğer kavimlerin ve siyasi merkezlerin etkisiyle değişikliğe uğradığını göstermektedir.
Fakat bütün bunlarla birlikte Sümer dinini tek tanrılı bir din olarak kabul etmemiz imkânsızdır.
Sümer dini, tanrılar panteonu ve içerisinde bulunan yüzlerce tanrıyla yeryüzünde ortaya çıkan politeist dinlerin önde gelenlerindendir.
================================================
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com
================================================
Kaynakça Atan, Fatih, “Sin, Ay Işığının Parlaklığı”, Argos Gemicileri Dergisi, Haziran, Ġstanbul 2002. Black, Jeremy- Green, Anthony, Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü Tanrılar, İfritler, Semboller, Aram Yayıncılık, Ġstanbul 2003. Bratton, Fred Gladstone, Yakın Doğu Mitolojisi, Çev., Nejat Muallimoğlu, Avcı Basım Yayın, Ġstanbul 2000. Ceram, C. W., Tanrılar Mezarlar ve Bilginler “Arkeolojinin Romanı”, Çev., Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1994 Crawford, Harriet, Sümer ve Sümerler, Çev., Nihal Uzan, ArkadaĢ Yayınevi, Ankara 2010. Çığ, Muazzez Ġlmiye, Gilgameş, Kaynak Yayınları, Ġstanbul 2011. …….., İnanna‟nın Aşkı Sümer‟de İnanç ve Kutsal Evlenme, Kaynak Yayınları, Ġstanbul 2010. …….., Sumerlilerde Tufan Tufan‟da Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2010.
141 Dalley, Stephanie, Myths from Mesopotamia Creation, The Flood, Gılgamesh, and Others, Oxford University Pres, Newyork 2000. Demirci, Kürşat, Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2013. Eliade, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Kabalcı Yayınevi, Ġstanbul 2003, C. I-III. Gerey, Begmyrat, 5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ġstanbul 2005. Gökçöl, T. (Ed.), Dinler Tarihi Ansiklopedisi “Mezopotamya Dinleri”, Ansiklopedi Yayınları, Ġstanbul 1999, C. I-IV. Günaltay, M. ġemsettin, Türk Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark Elam ve Mezopotamya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987. Günay, Ünver- Güngör, Harun, Başlangıcından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, Ġstanbul 2007. Gündüz, ġinasi, Anadolu‟da Paganizm, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2012. Gündüz, ġinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Konya 1998. Hooke, Samuel Henry, Ortadoğu Mitolojisi, Çev., Alaeddin ġenel, Ġmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1993. Kılıç, Sami, “Yezîdîlik Ve Yezîdîlikte Harrânî Ġzleri”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, V. 6/3 Summer 2011, Turkey. Kınal, Füruzan, “Eski Önasya Dinlerinde Monoteist Temayüller”, Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi, Ankara 1954, C. XVIII, S. 70. Köksoy, Mümin, Nuh Tufanı ve Sümerlerin Kökeni, Yeni Avrasya Yayınları, Ankara 2003. Kölemenoğlu, Selma Sözer, Ana Tanrıça Gerçeği, Arıtan Yayınevi, Ġstanbul 2001. Kramer, Samuel Noah, Sümer Mitolojisi, Çev., Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, Ġstanbul 2001. …….., Sümerler, Çev., Özcan Buse, Kabalcı Yayınevi, Ġstanbul 2002. …….., Sümerler‟in Kurnaz Tanrısı Enki, Çev., Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, Ġstanbul 2000. …….., Tarih Sümer‟de Başlar, Çev., Muazzez Ġlmiye Çığ, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990. Kutsal Kitap. Landsberger, Benno, “Sümerler”, Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Dergisi, Çev., Mebrure O. Tosun, Ankara 1943, C. II, S. 5. Littleton, C. Scott, God, Goddesses and Mythology, Marshall Cavendish Corporation C. I-XI New York 2005. 142 / Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt 4- Sayı 7 • Haziran 2014 Memiş, Ekrem, Eskiçağda Mezopotamya, Ekin Kitabevi Yayını, Bursa 2007. Mutlu, Belkıs, Efsanelerin İzinde Yakın Doğudan Kuzey Avrupaya, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayınları, Ġstanbul 1968. Narçın, Ali, A‟dan Z‟ye Sümer, Ozan Yayıncılık, Ġstanbul 2007. Nissen, Hans J., Ana Hatlarıyla Mezopotamya, Çev., Z. Zühre Ġlkgelen, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Ġstanbul 2004. Özçelik, Nazmi, İlk Çağ Tarihi ve Uygarlığı, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2002. Schmökel, Hartmuth, “Sümer Dini”, Çev., Mehmet Turhan Özdemir, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1971, C. XIX, S. 1. Seyfi, Ali Rıza “Sümerlerin Din Sistemi”, Resimli Ay Mecmuası, Ġstanbul 1937, S. 13. Sitchin, Zekharia, Kozmik Şifre, Çev. Yasemin Tokatlı, Ruh ve Madde Yayınları, Ġstanbul 2006. Tansuğ, Kadriye-Ġnanlı, Özel, “Sumerlinin Dünya GörüĢü ve Babil Edebiyatına Toplu Bir BakıĢ”, Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara 1949, C. VII, S. 4. Tanyu, Hikmet, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1980. Tok, Gökhan, “Uygarlığı Doğuran Halk Sümerler”, Bilim Teknik Dergisi, Ankara 2001, S. 403. Tokarev, Sergei Aleksandrovich, Dünya Halklarının Dinler Tarihi, Çev., Rauf Aksungur, Ozan Yayıncılık, Ġstanbul 2006. Uhlig, Helmut, Sümerler, Çev., Nilgün Ersoy, Telos Yayıncılık, Ġstanbul 2006. Üstüner, Ali Cengiz, Mezopotamya‟da Sümer Uygarlığı, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, Ġstanbul 2008. Wooley, C. Leonard, “Bir Ecnebi Kitabında Sumerler”, Yücel Aylık Sanat ve Fikir Mecmuası, Çev., Ziya Nebi, Ġstanbul 1938, C. VI, S. 35 …….., The Sumerians, W. W. Norton & Company, New York 1965.
Düzenlemeler;ve RESİMLER İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
www.azakoğlu.blogspot.com
İsmail Azakoğlu ile '' AMFİ ÖZEL ''
KONUK; Atilla Yıldırım Elektrik, Elektronik Müh. Tarihçi.. Konu; Türk Tarih Tezine Geçiş.

-
OSMANLI BELGELERİNDE ERMENİLERİN SEVK VE İSKÂNI (1878-1920) XVIII. ve XIX. yüzyıllarda dünyada meydana gelen siyasî, sosyal ve ekonomik geli...