26 Kasım 2019 Salı

ABD VE VİETNAM SAVAŞI ETKİLERİ !

ABD VE VİETNAM SAVAŞI ETKİLERİ !
1 Mayıs 1975 günü, Vietnam Ordusu Vietkong birlikleriyle birlikte Saygon’a girdi ve dünyanın süper gücü ABD’yi bozguna uğratan son noktayı koydu. ABD Ordusu, savaşmak için getirdiği hava ve deniz araçlarının tümünü bu kez kaçmak için kullandı ve Vietnam’da tarihinin en büyük askeri yenilgisini aldı. 1 Mayıs 1975, 20.yüzyılda Türk Kurtuluş Savaşı’yla başlayan ulusal bağımsızlık savaşlarının doruk noktasıdır ve yoksul bir ulusun birliğini sağlaması durumunda neleri başaracağını gösteren evrensel bir utkudur (zaferdir). Alttaki yazıyı, Vietnam halkının yüz yıl süren ulusal bağımsızlık savaşımına (mücadelesine) saygımızı göstermek için yayınlıyoruz.
ABD Hava Kuvvetleri Vietnam’a, yalnızca 1965-1968 yılları arasındaki üç yıl ve 1972 yılındaki 6 aydan oluşan 3,5 yıllık bir zaman dilimi içinde tam bir milyon yüz bin ton bomba attı. Bunun ne anlama geldiği, 4 yıllık 2 dünya savaşında pasifik çatışmaların tümünde 650 bin ton bomba kullanıldığı bilinirse açıkça ortaya çıkacaktır. 14 yıllık savaş içinde, ABD kaynaklarına göre, 55 bin Amerikalı, 200 bin Güney Vietnam’lı asker, 725 bin Kuzey Vietnam ve Vietkonglu asker ve 500 bin sivil olmak üzere 1,5 milyon insan öldü. ABD, 1972 yılında savaşa, 580 bin Amerikalı, 64 bin Koreli, Taylantlı, Avustralyalı, bir milyon sekiz yüz bin Güney Vietnamlı asker ile 3500 helikopter ve 2000 savaş uçağı sürmüştü.
1972'de dünyanın gözünü Vietnam Savaşı'na çeviren ve üstte görülen fotoğrafı çeken fotoğrafçının adı Nick Ut.Kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan kareyi çektiğinde, atılan bombanın etkisiyle şoka girdiği için çığlık çığlığa yollarda koşan çıplak kızın adının Kim Phuc olduğunu bilmiyordu.

2. 1982'DE BİR HOLLANDALI GAZETECİ "RESİMDEKİ KIZIN" PEŞİNE DÜŞMEYE KARAR VERDİ.

📷
Gazeteci, bütün vücudu yandığı için Saigon'daki bir hastanede 14 ay yatmış, yanık derisi bedenininden temizlenirken her seferinde acıdan bayılan kızın adının Kim Phuc olduğunu ortaya çıkarmıştı.Savaşın simgesi olan kızı bulduğunda ise artık 34 yaşında, evli ve bir çocuk annesi bir kadın olduğunu öğrendi.

3. SİLİNMEK BİLMEZ YARALARIN SAHİBİ O KADININ KENDİNİ AVUTTUĞU BİR NOKTA VARDI.

📷
Kim, kendisini avutan şu sözleri söylemişti; "Ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok!"Kasım 1996 senesinde Washington'da Vietnam Savaşı'nı anmak için bir törende konuşan Kim Phuc, adeta insanlık dersi veriyordu o anda tüm dünyaya."O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona geçmişi değiştiremeyiz..." derdim. "Ama bugün, yarın ve hatta sonsuza dek barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz!"

4. KONUŞMASINI BİTİRİP KÜRSÜDEN AYRILAN KİM'İN ELİNE BİR KAĞIT SIKIŞTIRILDI. GÖNDEREN KİŞİ İŞARET EDİLEREK.

📷
Kim Phuc'ın eline sıkıştırılan kağıtta "Kim, o adam benim!" yazıyordu. Daha sonra işaret edilen adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim Phuc'a bakıyordu.Baktığı adam 8 Haziran 1972 günü, Vietnam'daki o küçük dünyasına Napalm Bombası atan uçağın pilotu John Plummer'di.Kim o adamı gördükten sonra kollarını açarak Plummer'e doğru koştu ve en içten duygularla kendisine sarıldı.Plummer öylesine psikolojisi bozulmuş bir şekilde yaşıyordu ki, savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, "o küçük kızın" resmini gazeteden kesip cüzdanında taşımıştı.

5. SAVAŞIN DRAMATİK SONUÇLARINI BEDENİNDE SONUNA KADAR HİSSEDEN O KIZ ARTIK BÜYÜMÜŞ VE DOKTOR OLMAYA KARAR VERMİŞTİ.

📷
Çenesi ile göğsü birbirine kaynamış, sol eli kemiğine kadar yanmıştı. Annesi sürekli başucundaydı, San Francisco'dan Dr. Mark Gorney küçük kızı kurtarmaya çalışıyordu. Doktor olmaya karar veren Kim olaydan iki yıl sonra köyüne dönmeye karar verdi.Ancak sağlık sorunları nedeniyle eğitimini tamamlayamadı ve 1992 yılında evlendi.

6. KİM, ŞİMDİLERDE KENDİ ADINA KURULAN VAKFIN YÖNETİM KURULUNDA VE SAVAŞA HAYIR TOPLANTILARI YAPIYOR.

📷📷Vakfın sitesini ziyaret etmek isteyenler kimfoundation.com adresine bakabilirler.İçerik Vikipedi'de yer alan Kim Phuc maddesinden esinlenerek hazırlanmıştır.

7. KİM PHUC'UN ŞİMDİKİ FOTOĞRAFLARI, HEPİMİZİN İYİ BİLDİĞİ FOTOĞRAFINA İNAT HEP GÜLERYÜZLÜ.

Gizli Dünya Devleti !

Gizli Dünya Devleti !

Türkiye'nin de ABD den kredi aldığı CFR, '' TEFECİ'' derecelendirme kuruluşu olarak ta bilinir.
Amerika’nın dış politikasına yön veren CFR (Council of Foreign Relations – Dış İlişkiler Konseyi) örgütü, dış ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonlarda dünyaca ünlü finans spekülatörü Soros’dan da faydalanıyor.
ABD’de Yahudi finansörlerin politik bir kurumu olan CFR’nin başını çektiği düşünce kuruluşları, CIA”nın bugüne kadar dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdiği gizli operasyonları, kansız hallediyor. ABD, hedefteki ülkede istediği sonucu alabilmek için özellikle kitle iletişim araçlarını çok iyi kullanıyor; çeşitli burslar, ödüller ve fonlarla ülkedeki kanaat önderlerini etkisi altına alıyor. Öncelikle beyinlerde iktidar kurmak isteyen ABD, yarattığı yeni tipleri ve yeni liderleri iktidara taşımanın yollarını arıyor. Ancak bunun için ülkenin iç dinamikleriyle de sürekli oynanması gerekiyor. İşte bu aşamada, CFR gibi örgütler sahneye çıkıyor. Amerika”yı emperyalist yapmak için uğraşanların başında ne ilginçtir hep Yahudiler geliyor. Nitekim, topluma yönelik olarak yürütülen medya propagandası da bunların eliyle yürütülmüştü. CFR, medya denetimli bir “demokratik totaliter” toplum yaratma projesinin ilk ve asıl uygulayıcısıdı. Sözde düşünce kuruluşu CFR, 21 Temmuz 1921″de New York”ta kuruldu. Kuruluşunda yahudi kökenli Walter Lippmann’ın önemli rolü oldu. CFR, diğer “Gizli Dünya Devleti” organları gibi son derece gizli çalışmaktadır.
Ancak yönlendirme amaçlı faaliyetlerini dışa yansıtmakta ve bu yansıtma ile açıktan çalıştığı intibaı vermeye gayret etmektedir. CFR’nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarında en etkin konumlarda bulunan 3500 civarında üyesinin olduğu sanılmaktadır. Özellikle Amerika”daki istihbarat örgütleri üzerinde etkilidir. “Gizli Dünya Devleti” nde önemli etkinliği olan yahudi kökenli Rockefeller ailesinin bir ferdi olan David Rockefeller, CFR’nin onursal başkanı olarak kabul edilmektedir. Soros Vakfı vasıtasıyla dünya ülkelerinin geleceği için Gizli Dünya Devleti’ne hizmet edecek yöneticiler yetiştirmeye çalışan Yahudi kökenli George Soros ABD’nin CFR üyesi ünlülerinin başında gelir.
CFR’nin açılımını artık herkes çok iyi biliyor: “Council of Foreign Relations”. Yahudilerin ABD’deki en etkin düşünce kuruluşu. Yabancı devlet başkanları, başbakanlar önce burada görücüye çıkar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan”ın ABD’deki ilk yurtdışı etkinliği CFR’de konuşmak olmuştu. Erdoğan, son CFR ziyaretinde, Büyük Orta Doğu Projesi’nin mimarlarından Yahudi kökenli Richard Holbrooke ile birlikte medyanın karşısına çıkmıştı.
ABD, Fener Rum Kilisesi papazı Bartholomeos”un hukuki ve siyasi konumu Lozan Antlaşması’yla kaldırılan “ekümenik”liğinde ısrar ediyor.
Fener Rum Kilisesi’ni azınlık hakları bahanesiyle maşa olarak kullanan ABD, bugüne kadar tanımadığı Lozan Antlaşması’nı tasfiye edebilmek için her türlü yola başvuruyor. Bu antlaşma ile patriklerin tüm ayrıcalıkları kaldırılırken, patriklerin de Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunmaları koşulu getirilmişti. Rum Ortodoks Kilisesi’nin etkinlik alanı da sadece dini konularla sınırlandırılmıştı. Papaz Bartholomeos’un, ABD ve AB’den aldığı destekle “ekümenlik” iddiasını yargı kararlarına rağmen sürdürmesi, dış güçlerin piyonu olduğunu gösteriyor. Yargıtay, tamamen Türk hukukuna tabi olan Patrikhane’nin ekümenik olduğu iddiasının yasal dayanağı bulunmadığına karar vermişti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesine yönelik okyanus ötesinden ve Batı’dan kurgulanan senaryoları deşifre edenlerden biri de İzmir Barosu Başkanı Nevzat Erdemir oldu. Türkiye’ye yönelik sürdürülen psikolojik savaşı anlatan Nevzat Erdemir, Türkiye’de başlatılan projenin mutfağında da yine tanıdık bir isme dikkat çekti. Anadolu”da İslam ve Türk kültürünün altının oyulduğunu, Anadolu’dan Türk mührünü silme çalışmalarının yapıldığını belirten Erdemir, ABD Kongresi”nin “Türkiye’de Din Özgürlüğü” ve “İnsan Hakları” ile ilgili olarak hazırlattığı 1990, 1999 ve 2000 tarihli raporlara dikkat çekerek, bu raporlarda Türkiye’yi parçalamaya yönelik senaryoların madde madde dile getirildiğini belirtti. Türkiye’de bir eylem planı yürütüldüğünü ve öncelikle uluslaşma sürecinin en önemli ilkesi olan laikliğin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını belirten Erdemir, şunları kaydetti: “Siyonist Yahudileri, Siyonist Hıristiyanların, küreselci emperyalistlerin ve CIA Ortadoğu görevlilerinin 60 yıldır Türkiye’ye dayattığı “Osmanlı’ya dönün, İslam’ın önderi olun” savı, yerli taşeronlar eliyle Türkiye”de uygulanıyor.” Avukat Erdemir, ABD’nin, Türkiye’yi akıl ve bilim eksenine dayalı ulus devletten, teokratik ilkelere dayalı devlete çevriltmeyi amaçladığını vurguladı. Erdemir’e göre, bu süreçte önce devlet yapısı federatif yapıya dönüştürülecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yasallığı tartışmalı duruma sokulacak, din özgürlüğü görüntüsü altında Lozan”ın geçersizliği savunulacaktır. En büyük hedef, Cumhuriyet devletinin kuruluş aşamasında kabul edilen yasaların ortadan kaldırılmasıdır. Fener Rum Kilisesi’nin tüzel kişiliğe kavuşturulması, ekümeniklik istekleri, Heybeliada Ruhban Okulu”nun açılması, misyonerliğin etkinlerini serbest bırakılması ve yeni azınlıklar yaratma istekleri, hep bu ABD kongre komisyonu raporunda dile getirilen başlıkların uygulama safhalarıdır. Raporda Türkiye”deki anlaşmazlıkların kaynağı olarak “laiklik” ilkesi gösterilmektedir
ABD’li ünlü muhalif düşünür Noam Chomsky, ülkesinde yürürlükte olan sistemin bildiğimiz demokrasi tanımından çok farklı bir “demokrasi” olduğunu anlatıyor. Chomsky’e göre, sözkonusu sistem, gerçekte gizli ve görünmez bir totaliterizmdir. Çünkü sistem, arkasına halkın rızasını alarak işlemektedir, ancak bu “rıza” yı toplumsal beyin yıkama araçları yoluyla kendisi oluşturmaktadır. Chomsky, Türkçeye çevrilen “Medya Denetimi” adlı kitabında, Amerika’daki görünmez totaliterizmin, (Buna demokratik totaliterizm de denebilir) nasıl işlediğine ilişkin çarpıcı örnekler verir. Bu örnekler gösteriyor ki, ABD”yi yönetenler, bir konuda karar verdiklerinde, örneğin bir dış müdahale istediklerinde, medyanın karşı konulmaz büyüsünü kullanarak önce halkı bu konuda hazırlamaktadırlar. Amerika’nın saldırmak istediği hedef (Saddam, Noriega, İslami gruplar, Sandinistalar vs.) önce halkın gözünde birer “şeytan” a dönüştürülür. Bunu yapabilmek için medya aracılığıyla görünür propagandalar ya da bazen görünmez psikolojik bilinçaltı telkinleri yapılır. Sonuçta halka, yabancı bir ülkeyi işgal edip insanlarını öldüren Amerikan askerlerini alkışlamaktan başka bir görev kalmaz.
Chomsky, CFR’nin kurucusu, kendisi gibi Yahudi olan Walter Lippmann’ın, Amerika”da 20. yüzyılın başlarında uygulamaya konan “medya aracılığıyla sosyal kontrol sağlama” yönteminin en başka gelen savunucusu olduğuna dikkat çekiyor. Chomsky’nin “Amerikan gazetecilerinin en kıdemlisi” olarak tanımladığı Lippmann, yine onun ifadesiyle “rızanın üretilmesi, yani yeni propaganda teknikleri ile halkın istemediği şeyleri onaylamasını sağlama” teorisini geliştirmişti. Özellikle ülkesinin dış politikasına yönelttiği sert eleştirilerle tanınan ABD’li muhalif Chomsky, ABD’nin Türkiye’ye AB konusunda destek vererek Irak’taki savaşa katılması için rüşvet verdiğini da söylemişti. “ABD’nin daima, sert, baskıcı, zalim rejimleri desteklediğini” vurgulayan Chomsky, “ABD’nin Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelere model olarak gördüğü” tezinin de yanlış olduğunun altını çizmişti.
CFR II. Dünya Savaşından sonra kuruldu. Finansörü Yahudi banker Rotschild, taşeronu ise, Yuvarlak Masa grubunun da kurucusu, aynı zamanda Filistin’i Yahudilere veren Balfour deklarasyonunun yazarı, Siyonist Lord Milner’di. Güney Afrika’da, Rodezya’da elmas ve altın yatakları keşfedilince Boerlere soykırım vari bir savaş başlatan da bu Lord Milner’dir. Hepsini Rotschild adına yapıyordu.
Milner’in kurmuş olduğu Yuvarlak Masa, Paris Barış Konferansı’nda İngiltere ve Amerika’nın ekonomik ve dış politikasında bir numaralı belirleyici faktör durumuna gelecek olan RIIA (Royal Institute of International Affairs – Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü yeni adıyla Chatham House) ve CFR’ye dönüştü.
RIIA Konseyi’nin başında bulunan Yahudi Astor ailesinin büyükbabası J. Jakop Astor ise 1816’dan itibaren İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ile uyuşturucu ticaretine giren ilk Amerikalıydı. Görüldüğü gibi RIIA’nın ve CFR’nin ardında başta Rothschild olmak üzere Yahudi finansörler vardı. Bu örgütün oluşumunda en büyük rolü oynayan Rothschild’in, o yıllarda siyasi Siyonizm hareketinin de en önemli destekçisi olduğunu düşünürsek, RIIA ve CFR’yi de bu hareketin asıl hedefine, yani Mesih planına uygun olarak tasarladığını görmek pek zor olmaz.
…………………
1973 petrol krizinden 6 ay sonra Japonya’da bir Bilderberg toplantısı yapılıyor. SSCB’nin yıkıldığı 1991’den sonra yürürlüğe konulabilen Yeni Dünya Düzeni’nin esasları belirleniyor bu toplantıda. İşte o esaslardan günümüze aynen yansıyan sekiz madde:
1- Ulusal orduları dağıtmak, uluslararası polis gücü kurmak,
2- Ulusal istihbarat örgütlerini sivilleştirmek,
3- Dünya genelinde borsalaşmak,
4- Dünya genelinde vakıflaşmak,
5- Karşılıklı bağımlılığı yaymak,
6- Ülke bütçelerini dengeli bir biçimde açık verir halde tutmak, sürekli ve artan borçlar döngüsüne sokmak,
7- Dünya genelinde özelleştirme yapmak,
8- Uluslararası ekonomik birliği kurmak.
Başımıza gelenleri, ülkemizde oynanan oyunları bu sekiz madde açıklıyor. Ordumuzun pasifize edilmesi de buna dahil.
bpakman.wordpress.com

İYİ PARTİ ÇEKMEKÖY KADINLAR İÇİN FARKINDALIK YARATTI !

İYİ PARTİ ÇEKMEKÖY’DE FARKINDALIK YARATTI..

Sosyal sorumluluk konularında farkındalık yaratan çalışmalara imza atmaya devam eden İYİ Parti Çekmeköy Teşkilatı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde yine sokaklarda ve meydanlarda vatandaşı bilinçlendirdi. Madenler Meydanı’nda halka broşür dağıtan partili yöneticiler ve kadınlar basın açıklaması yaptı.







Türkiye genelindeki tüm İYİ Parti teşkilatları, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde sokaklara indi. Sosyal sorumluluk projeleriyle farkındalık yaratan İYİ Parti Çekmeköy Teşkilatı da bu anlamlı günde alanlarda vatandaşı bilgilendirdi ve bilinçlendirdi. İYİ Parti Çekmeköy İlçe Başkanı Dilaver Koç, Çekmeköy ve İBB Meclis Üyesi Bora Kılıç, Kadın Kolları Başkanı Çiğdem Apakhan ve çok sayıda partili, üzerinde kadına yönelik şiddete hayır yazılı pankart ve dövizlerle Şahinbey Caddesi’nden Madenler Meydanı’na yürüdü ve burada broşür dağıtarak Çekmeköylüleri bilgilendirdi.







İYİ Parti Kadın Politikaları Başkanı Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu’nun tüm tişkilatlara göndermiş olduğu ortak basın açıklamasını okuyan İYİ Parti Çekmeköy Kadın Kolları Başkanı Çiğden Apakhan, şunları kaydetti:
“Türk kadını hem tarihimiz boyunca hem de özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en zor günleri olan kurtuluş ve kuruluş yıllarında; Türk milletinin ayağa kalkması için benzersiz bir mücadele vermiştir.







Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyada hiçbir milletin kadınının, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez sözleri, Türk kadınının gösterdiği özverinin dünya çapında örnek teşkil ettiğini işaret etmektedir. Birbiri ardına gelen savaş dönemleri boyunca eşlerini, kardeşlerini, evlatlarını ve nice sevdiklerini cephelere gönderen ve yine gerektiği anda, yavrusunu sırtına bağlayıp kağnıyla cepheye cephane taşımak için günlerce yol kat eden annelerimizden bize miras kalan dirayet ve cesaret, Türk kadınının hayatın her alanında başarabileceklerinin bir teminatıdır.







Ne acıdır ki, 21. Yüzyılın neredeyse bir çeyreğini geride bıraktığımız bugünlerde ülkemizde kadınlar erkek egemen sosyal bir yapıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Kadınlarımız hukuk nezdinde eşit haklara sahip olmasına rağmen bugün temelinde eğitimsizlik yatan pek çok haksızlığın mağduriyetini yaşıyorlar. Türk kültürünün temel taşlarından olan saygı ve hoşgörünün yerini alan şiddet olayları gün geçtikçe etki alanını genişleterek her yaş ve sosyoekonomik gruptan kadınlarımızı kişilik haklarına ve bedenine yönelik tecavüzden cinayete kadar geniş bir aralıkta artarak devam etmektedir.







Akla vicdana insani değerlere sığmayan bu duruma karşı durmak kadınıyla erkeğiyle toplumun her bir ferdinin sorumluluğudur. Günümüz gerçekliğinde eğitime erişim sağlayamadığı için ekonomik özgürlüğe sahip olamayan kadınlar kadar işsizlikle baş etmeye çalışan eğitimli kadınlara da rastlamaktayız. Birde tüm bu anlatılanların dışında kalan ‘şanslı’ olarak addedilen ancak haksız rekabete, ayrımcılıkla ve mobbing ile baş etmeye çalışan nitelikli eğitim alma imkânına erişmiş ve iş bulmayı başarmış çalışan kadınlarımız var. Elbette ki bu durum yalnızca ülkemizdeki kadınların değil dünyanın hemen her ülkesinde yaşayan birçok kadının her gün karşı karşıya kaldığı bir haksızlıktır.







Bu süreci daha sağlıklı yürütebilen ülkeler olduğu gibi kadınların temel insan hak ve hürriyetlerine erişimleri açısından bir arpa boyu kadar dahi yol alamamış ülkelerde mevcuttur. Bu noktada bizlere düşen görev ilk olarak kadın erkek eşitliği hakkında hukuki düzenlemelerin sağlamlaştırılması ve en etkili biçimde uygulanmasına kadar tüm alanlarda hızla iyileştirmelere gidilmesinin sağlanması için ne yapabileceğimizi tespit etmek ve vakit kaybetmeden bu dönüşümün bir parçası olmaktır.
 Kadınların etkin varlık gösterebilecekleri, kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri bir düzende daha iyi ailelerden, daha iyi çalışma ortamlarından daha iyi bir adalet sisteminden daha verimli bir ekonomiden savaşlarla sonlanmayan sorumsuz diplomatik ilişkilerden ve daha nicelerinden bahsetmek bir hayal olmaktan çıkacaktır.
Bu nedenle kız çocuklarımızın yetiştirilmesine önemle kadınlarımıza iş imkân yaratılmasına öncelik verilmesi şarttır. Daha güzel ve yaşanabilir bir gelecek sağlayabilmek için bugün alınacak önlemlerden bir diğeri de kadınlarımız tarafından yetiştirilen ve yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımıza ilişkindir. Unutulmamalıdır ki yarının kadınlarına şiddet yerine saygı gösterecek erkekler, bugünün kadınlarının oğullarından başkası değildir.
Etiketler: 
Etiketler: İYİ Parti Çekmeköy
Haber detay; Kenan Baylan yerelgazete

TÜRKİYE’NİN ALTINLARI VE VARLIK FONU

TÜRKİYE’NİN ALTINLARI VE VARLIK FONU
Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com 

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin 490 ton olan Altın rezervinin 450 tonunun, İngiltere Merkez Bankası Bank Of England’da emanette olduğunu açıkladı. Bu açıklama, Türkiye’nin karmaşık gündeminde yeterince ele alınmadı. Hiçbir bağımsız devlet, geleceğinin güvencesi olan birikmiş servetini, başka bir devlete; borç vermez, emanetine koymaz, rehin bırakmaz. Türkiye’de, askeri harcamalar artıp dış borç ödeme sınırını aşarken ve ekonomik bunalım derinleşirken, hazine 450 ton altını neden ve ne karşılığı yabancılara teslim etmiştir? Beklenti nedir? Libya’nın 200 milyar dolarına el koyan Batı’ya nasıl güvenilmiştir? Elde kalan son devlet varlıklarını, “Varlık Fonu” adı altında elden çıkarılmasının, altın olayıyla bir ilişkisi var mıdır? Varsa nedir?
Eski Öykü
Osmanlı Devleti, ilk dış borcu 1854 yılında aldı ve kendini yıkıma götürecek borç sarmalına yakalanmış oldu. Yüksek faizle alınan borçlar, saray yapımı gibi tüketim harcamaları ya da askeri giderler için kullanıldı. Üretimsizliğe bağlı gelir yoksunluğu nedeniyle, alınan her borç yeni bir borcu gerekli kıldı ve Osmanlı devleti, 1875 yılında iflasını ilan etti. Alacaklılar, 1881 yılında İstanbul’da toplandı; üst yönetimini Avrupalı devletlerin oluşturduğu ve devlet gelirlerini alacaklılar yararına yönetmek üzere Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Padişah ll.Abdulhamid döneminde yapılan bu anlaşmaya Muharrem Kararnamesi adı verildi.
Osmanlı Hükümeti, Muharrem Kararnamesi’nin 8.maddesi gereği; tahsil edilmesi kolay devlet gelirlerini, “mutlak ve değişmez” bir biçimde borç ödemelerine ayırıyordu. Bu gelirler şunlardı: tütün ve tömbeki (nargile tütünü) rüsumatı (vergileri), ipek öşürü (ondalık vergi), pul ve ispirto resimleri (harçlar), tütün ve tuz inhisarları (tekelleri), İstanbul ve civarı balık avı vergisi, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs gelirleri, Doğu Rumeli vergisi, gümrük resimlerinde ve gelir vergisinde oluşacak gelir artıkları.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan Lozan Konferansı’yla Düyun-u Umumiye rejimine son verdi ve yeni devletin üzerine düşen borçları ödedi. Siyasi bağımsızlık yanında mali bağımsızlığını da gerçekleştirdi.
Borç Yükü
Türkiye’nin 2002’de 130 milyar dolar olan brüt dış borcu 2016’nın ilk yarısı itibariyle 421.4 milyar dolara yükseldi. Bu çok hızlı bir artıştır ve Türkiye’nin yaşadığı cari açık nedeniyle (cari açık: kazandığından çok harcamak gibi birşey) ödenebilirlik boyutunu aştı. Osmanlı’da olduğu gibi, borç alarak borç ödeyen bir ülke haline geldi.
Hazine Altınları Neden Gitti
Hazine altınları, borç miktarının arttığı ve ödeme güçlüğü çekildiği bir aşamada İngiltere’ye gönderildi. Gönderimin nedeni ve amacı konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu nedenle, irdelemeyle bir sonuca ulaşmak zorundayız.
Durum şudur: Türkiye altın rezervinin tümüne yakınını (% 92), emanet adı altında rehin bırakmıştır. Bu durum, verilen ödünün dışardan gelen ciddi ve önemli bir istemin karşılığı olduğunu göstermektedir.
Merkez Bankası’ndaki rezervin önemli bölümü, özel şirketler ya da kişilerden tahvil senedi ve kredi karşılığı alınan paralardan oluşmaktadır. Hazinenin kendi parası değildir. Yeterli rezerv olmazsa, günü geldiğinde tahvillerin ödemesi yapılamayacaktır. Ekonominin kırılganlığı ve yaşanmakta olan çatışmalı ortam gözönüne alındığında, yapılan işin yaratacağı olumsuzluk kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
İngiltere’nin Türkiye ile kurduğu ticari ilişkiler konusunda sicili kirlidir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı devletinin parasını peşin ödeyerek yaptırdığı gemileri, savaşı gerekçe yaparak teslim etmemişti. Fırsatını bulduğunda bir gerekçe uydurup altınlara el koyma olasılığı vardır.
Altınlar Rehin mi?
Altınlar borca karşılık rehin bırakılmış olabilir. Dış borcun önemli bölümü, devletin kefaletinde özel şirketlere aittir. Özel şirketler ekonomik durgunluk ve dolardaki artış nedeniyle güç durumdadır. Dışarıya olan borçlarını ödeyememe olasılığı vardır.
Bu durumda devlet kendi borcuyla birlikte şirket borçlarını da ödemek zorunda kalacaktır. Oysa, bugün borç alarak borç öder duruma düşülmüştür. Gelir düzeyi düşük, ürettiğinden çok tüketen bir ülke haline gelen Türkiye, sürekli duruma gelen cari açıkla, borç ödemek bir yana, günlük yaşamını bile borç alarak yürütür durumdadır. Bu nedenle, eğer borca karşılık rehin bırakıldılarsa, altınların geri dönmeme olasılığı yüksektir.
Osmanlı’ya Geri Dönüş
Türkiye, Osmanlı’nın son dönemine geri dönmüş durumdadır. Borçlar ödeme sınırını aşmış, gelirler düşmüştür. Varlıklarını satarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Borç ödeyemez duruma düşen Osmanlı İmparatorluğu, borç ödeme işini Düyunu Umumiye İdaresi’ne vermişti. Benzer uygulama, farklı yöntem ve araçlarla günümüzde de yapılmaktadır.
Ülkenin varsıllığını dışarıya aktarma işleyişi, “Kemal Derviş yasalarıyla” Türk hukuk sistemine yerleştirilmiş ve 14 yıldır uygulanmıştır. Özelleştirmeler, toprak satışları, madenler, işletme imtiyazları ve kiralamalarla toplanan paralarla harcama yapılmış, bunlar yetmeyince dışarıdan borç alınmıştır. Bugün gelinen yer, borç alarak borç taksidi ödeme noktasıdır.
Varlık Fonu
Varlık Fonu, Duyunu Umumiye’nin günümüzdeki sürümüdür; onun yaptığı işleri yapacaktır. Kolay toplanan devlet gelirlerine el koyacaktır.
Varlık Fonu uygulaması, bütçesi fazla veren zengin ülkelerin, refahın geleceğe taşınması için uyguladığı bir girişimdir. Türkiye’de tam tersi bir amaç için uygulamaya sokulmuştur. Belli ki, refah değil borç ve yoksulluk geleceğe taşıyacaktır.
Devlet varlıklarının elde kalanları, yeni borç alabilmek ve ayakta kalmak için kullanılacaktır. Varlık Fonu’nun amacı; “dış kaynak temin etmek” ve “büyük ölçekli yatırımlara kaynak sağlamak” olarak açıklanmıştır. Bu açıklama, parasız kalmanın ve borç bulamamanın itirafı niteliğindedir.
“Dış kaynak temin etmek”, yeni dış borç bulmak demektir. Ayrıca, hükümet, “büyük ölçekli yatırımlara kaynak” ayırmamakta bunları kefil olarak özel şirketlere yap-işlet-devret ile yaptırmaktadır. Bu nedenle, açıklama gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek şudur: Altınların rehine verilmesi yetmemiştir ve para elde etmek için kalan devlet kurumları elden çıkarılmaktadır. Ziraat Bankası, BOTAŞ, TPAO, PTT, borsa İstanbul Anonim Şirketi, Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme Anonim Şirketi, Eti Maden ve Çaykur; altınları bekleyen sona doğru yola çıkarılmıştır.
Kaynak Aktarımı
Avrupa’ya kaynak aktarımı; dış borca ödenen faizlerden ayrı olarak, farklı yöntem ve araçlarla sürekli hale gelmiştir. Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nü imzaladığı 1995 yılından 2016 yılına dek, Avrupa’yla yaptığı dış ticarette verdiği açık 267 milyar dolardır. Bu açık; borç faizleri, özel şirket ve kişi aktarımları gibi açık olanlar dışındaki muazzam bir dolaylı kaynak aktarımıdır.

15 Aralık 2018 Cumartesi

BAŞBUĞ'DAN MEKTUP VAR!

BAŞBUĞ'DAN MEKTUP VAR! 





"Devlet Bahçeli MİT Ajanı!" Turan davasının büyük lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 26.7.1983 tarihinde GATA'da tedavi görürken bir grup ülkücü, Albay'ı hapisten kurtarmak için çalışma yürütmektedir. Kendisine bu ekipteki isimler bildirilir. Merhum Türkeş, bunlar hakkında kanaatlerini belirten bir mektup kaleme alır. ASLI, MEŞHUR BİR DAVA ADAMINDA! Mektubun sansürsüz aslı, ülkücülerin saygı duyduğu bir dava adamında. Zamanlama açısından yaşanan gecikme bu dava adamını sıkıntıya sokacağı için şimdilik kendi ismiyle açıklamak istemiyor. Ancak lider seviyesindeki bazı ülkücülerin de bu mektubu arşivlerinde tuttuğunu ve haberdar olduklarını araştırmalarımız neticesinde öğrendik. BAHÇELİ'Yİ BU BELGEYLE Mİ SUSTURUYORLAR? Bizim elimize geçen bu belge, muhtemeldir ki, devletimizin istihbarat birimlerinin de arşivindedir. Daha da korkuncu yabancı entelijans servislerinin elinde bulunmasıdır. Acaba MHP liderini bu belgeyle mi susturuyorlar? Samimi ve milli tepkiler gösteren bakanlar teker teker görevden alınırken, bu belge Ülkücü Hareketin elini kolunu bağlamakta bir tehdit olarak mı kullanılıyor? Bu belgeyi açıklamakla, kulislerde Bahçeli'nin MİT ajanlığı konusunda yapılan spekülasyonlara da bir virgül koymak istiyoruz. Sayın Bahçeli, aksini iddia ederse hatamızı kabul edip, kendisinden özür dileyeceğimizi şimdiden belirtiriz. Ama belge doğru ise kendisinden bu tarihi hareketin liderliğinden ayrılmasını isteme hakkımız saklıdır. MİT AJANI OLMAK ONURDUR AMA... MIT ajanlarının herhangi bir yasadışı örgüt içine sızmasına karşı değiliz. Aksine gereklidir. Ancak yasal bir hareketin liderliğini ele geçirmesi kabullenilemez. Sayın Bahçeli'nin MİT müsteşarı olmasını da memnuniyetle kabul ederiz. Ama MHP yönetimini deruhte etmek, devletin değil ülkücülerin hakkı ve görevidir. Bu açıdan saygıyla baktığımız bir kurum olsa dahi MİT'i de açıklama yapmaya davet ediyoruz. MEKTUBUN METNİ Pek değerli ve Sevgili Oğlum Bu gün, muhterem arkadaşımız ... mektubunuzu getirerek beni çok sevindirdi. Yazılarınızı okuyarak gerçek durum hakkında aydınlandım. Teşekkürler ederim. Ara sıra yazmanızı ve bana bilgi vermenizi rica ederim. Malum olduğu üzere davamız Türk-İslam davasıdır. Her hareketimizin gayesi Allah'ın (c.c.) rızasını kazanmak ve asil milletimize hizmet etmektir. P.. imanlı iyi bir arkadaşımızdır. A.E de temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmeni'dir. Avşardır, benim aşiretimden boyumdandır. Denenmiş fedakar bir kimsedir. Göze çarpan kusuru kendisine zarar veren içki tutkunluğudur. M.Ü. ise gayet temiz, dürüst, imanlı, aydın bir kişidir. Bunlar milliyetçilik yolunda, geçmiş yıllarda sessizce hizmet vermişlerdir. A.G., A.A. tarafından gösterilen hatalı davranışı anlamak mümkün değildir. Devlet Bahçeli'nin bunlarla aynı davranışa girişmesi mümkün şey. Devlet Bahçeli,MİT'dendir. Arkadaşlarımız MİT'den uzak olmalı, bunlara hiç itimat etmemelidir. Ne ise çok şükür şuurlu arkadaşlarımızın sayesinde fesat yatışmış oldu. Fakat bu tatsız şeyleri yapanlar, ya Anavatan Partisi ile işbirliği sebebi ile kışkırtılmışlardır veya MİT tarafından kullanılmışlardır. Mesele üzerine dikkatle eğilmek lazımdır. Ermenilerin cinayetlerine karşı bazı MİT memurları içerde ve dışarda ülkücüleri kullanmak teşebbbüsünde bulunuyorlar. Bunları asla kabul etmemeli, hiçbir eyleme karışılmamalıdır. Önce yönetim Milliyetçilere karşı giriştiği baskıyı, yanlış uygulamayı değiştirmeli ve resmi makamlar, görev teklif etmelidirler. Bu takdirde devletimizin desteğini ve tasvibini arkamıza alarak eyleme girişmek kabul olunmalıdır. Aksi halde MİT (?) memurlarının el altından yaptıkları teklifleri kabul etmek zararlıdır. Bunu herkese münasip şekilde anlatmalıdır. Şimdi sizden özel bazı ricalarım olacaktır. Eşim Seval hanımı tanıyorsunuz. Gerek sizin ve gerek muhterem ... hanımın arada bir telefonla aramanızı kendisine (okunamadı) ilgi ve destek vermenizi rica ederim.Güvenilir iyi bir de şöför temin etmeye çalışmanızı rica ederim. Mahsus selamlar ederek sevgilerle gözlerinizden öperim. Cenabı Hakka emanet ederim. Alparslan Türkeş (İmza) KONUNUN TRAJİ-KOMİK TARAFI... Bu belgenin, Bahçeli'nin başbakanlığı konuşulmaya başlandığı bir dönemde gündeme gelmesi ilginçtir. Mektubun doğru olduğunu varsayarsak ve Sayın Bahçeli de başbakan olursa, MİT Müsteşarı ile aralarında bir ast - üst sorunu yaşayacakları kesin! Haydi halledin bu kısır döngüyü!.. gercekergenekon.4t.com ********* Gladio, II. Dünya Savaşı sonrasında İtalya"da örgütlenen stay-behind operasyonunun kod adı. Latince"de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü isim olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz kontrgerilla örgütlenmesi olan Stay Behind tarafından 1952 yılında kuruldu. CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. Sardunya"da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey İtalya"da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu. Resmi adı Müttefik Koordinasyon Komitesi (Allied Coordination Committee) idi. 1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. 1990 yılında Gladio"yu ortaya çıkaran soruşturmalar esnasında bu 622 kişinin grup liderleri oldukları, her bir grup liderinin belli sayıda kişiyi idare ettiği, böylece toplam sayının 15.000"e yaklaştığı ortaya çıktı. Soruşturmaların ünlü yargıcı Felice Casson, gizli servis arşivinde yaptığı incelemelerde, 1972 yılındaki bir bombalamanın kesinlikle NATO destekli bazı gizli örgütlerce yapıldığı sonucuna ulaştı. Yargıç Başbakan Andreotti"nin bilgisine başvurdu, 1972"de bu olay tesbit edildiği için Başbakan örgütün varlığını kabul etti, ancak 1972"de kapatıldığını söyledi. Araştırmalara devam edilince Gladio"nun faaliyete devam ettiği ortaya çıktı. Eylemlerin en büyüğü 1980 Ağustos ayında Bologna tren istasyonunda patlayan bomba ile 85 kişinin ölümü idi. İtalya"da 1969-80 arasında 4.298 terör olayı meydana gelmiştir. Yapılan soruşturmalar sonucu, bunların önemli bir bölümünden Gladio sorumlu gösterilmiştir. Bazı eylemleri bizzat yapmakla, bazısında patlayıcı ve silah sağlamakla, bazısında da tahrik ve yönlendirme yapmakla suçlanmıştır. Avrupa Parlamentosu bile sorunla ilgili karar tasarısında şu sözlere yer vermek durumunda kalmıştır: "Avrupa Topluluğu"na üye pek çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40 yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu örgütlerin demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile işbirliği halinde ABD gizli servislerince yönetildiği anlaşılmıştır." Örgütün İtalya"daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan"da B-8 ya da SheepSkin (Koyun Postu), Belçika"da SDRA-8, Hollanda"da NATO Command, Batı Almanya"da Gehlen Harekatı, Stay Behind ya da Sword, Avusturya"da Schwert, Fransa"da Rüzgar Gülü, İspanya"da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere"de ise Secret British Network olarak bilindiği bu ülkelerin yetkililerince açıklandı. Örgüt, Türkiye"de Kontrgerilla olarak biliniyor. ******* ŞAHLARIN LABİRENTİ;12 EYLÜL BELGESELİ Belgeselde, yaşananları sağ-sol çatışmasından ibaret saymanın o dönemin üzerine perde çekmek olacağı düşüncesine yer veriliyor. Alttaki adreste konuyu vermiş idik, http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=345.msg5906#msg5906 Lakin yine de indirmek ve arşivinde saklamak isteyenler olur ise konu kapatılmadan tamamını indirebilirler. Türk Silahlı Kuvvetleri "Düşükler Yassıada"da" diye bir film gerçekten çekti mi? İdam fotoğrafları gazetelere ne kadara satıldı? http://rapidshare.com/files/309347726/Shlrn.Lbrnti.6.blm-.part2.rar http://rapidshare.com/files/309347908/Shlrn.Lbrnti.6.blm.part1.rar

ismailazakoglu@gmail.com

4 Aralık 2018 Salı

iHSAN DOĞRAMACI KİMDİR YAKINDAN TANIYALIM MI?

iHSAN DOĞRAMACI KİMDİR YAKINDAN TANIYALIM MI?



İhsan Doğramacı (1915 Erbil-2010 Ankara) ... Cenazesine Mesut Barzani'nin temsilciler yolladığı; Kenan Evren'in Bilkent'teki oğlunun evine bizzat gidip başsağlığı dilediği Doğramacı kim?
Bilderberg üyesi













Hacettepe, Beykent ve Türkiye'nin ilk vakıf üniversitesi Bilkent'in kurucusu
Bilkent Holding İştirakti Tepe Grubu ve Meteksan Grubu'nun kurucusu
Tepe-Akfen-Vien (TAV) Konsorsiyumu'nun kurucu ortağı
Fransız Legion D'Honneur Nişanı sahibi
Japonya Merkezli Aprica Vakfı'nca verilen Dr. Naito Ödülü'nün sahibi
İhsan Doğramacı'yı, PKK'nın tepe yönetiminde bulunan ve yurtdışında yaşayan Yaşar Kaya şöyle tanıtıyor:
"İhsan Doğramacı deyince Hacettepe ve Bilkent Üniversitesi akla gelmektedir. Doğramacı dünyaya damgasını vurmuş Kürtlerden biridir. Doğramacı'nın babası Ali Paşa'dır. Erbil'den (Hewler 'den) milletvekili olan babası İstanbul'a gitmiştir. Doğramacı, meşhur bir Kürt aşireti olan CAF aşiretindendir. Liseyi, Bağdat 'ta bitirmiştir. Sonra Türkiye 'ye gelmiştir. Ibraniceyi ana dili gibi bilmektedir. "





Doğramacı, Türkiye'de ve Türk medyasında hep Kerkük Türkmen'i olarak gösterilmiştir. Kerkük Türkmenlerinin hak ve hukuklarını savunduğu yazılmıştır. Ne var ki Türkmenlerin böyle düşünmedikleri ortaya çıkmıştır. Doğramacı, Ankara'da Türkmen Cephesi heyetlerince yapılan görüşme tek-liflerini rahatsız olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Türkmenler, Doğramacı'nm kendileriyle görüşmemesine kızmıştır. "Evinin kapısını Celal Talabani ve Mesut Barzani 'ye ardına kadar açan Doğramacı, biz hemşerilerine bir bardak çayı çok mu görüyor " diye sitem etmişlerdir.
Doğramacı, Türkmen hemşerilerine sergilediği davranışın benzerini Kerkük'ten gelip Hacettepe Üniversitesi'ne girmek isteyen öğrencilere de göstermiştir. Bunların üniversiteye girmelerini önlemiştir. Buna gerekçe olarak da onlarla sürekli olarak çatışıldığını öne sürmüştür.
Doğramacı, Musul-Kerkük petrollerinin işletilmesinde pay sahibidir. Bu nedenle petrol şirketleri ile uzun yıllara varan ilişkileri ve yakınlıkları söz konusudur. Nitekim Doğramacı'nın bazı şirketleri ABD operasyonlarından sonra özellikle Afganistan'ın yeniden yapılandırma pastasından en fazla pay alan şirketler arasına girmiştir.
İhsan Doğramacı'nın bazı akrabaları Kürt özerk yönetiminde yönetici düzeyinde görev alıyor. Aza Doğramacı adlı akrabası ise Doğramacı'nm buradaki şirketi Tepe İnşaat ortaklığında Erbil'de Üniversite kuruyor. Doğramacı'nm baba tarafından kuzeni olan Aza Doğramacı, Kürt.
Doğramacı, 12 Eylül darbe liderine ABD'ce dayatılan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Yasası'nı hazırlamakla görevlendirilmiştir. 1982 Anayasası'nı hazırlayan komisyonun tüm itirazlarına rağmen Evren üzerindeki gücünü kullanarak YÖK'ün Anayasa'da yer almasını sağlamıştır. YÖK ile üniversitelerin Amerikanlaşması'nın yolunu açmış ve Türk ulusal yüksek öğretimini yıkıma uğratmıştır. Türkiye'nin ilk vakıf üniversitesi
Bilkent'i kurarak bu yıkımın öncü kuvvetleri için model oluş-turmuştur.
Doğramacı, dünyayı çok uluslu şirketler adına yöneten Dış İlişkiler Konseyi'ne (CFR) mensup 100 Elit ile birlikte Roma Kulübü'nü (CoR) kurmuştur. Roma Kulübü, Yeni Dünya Düzeni emperyalizminin "Tek Dünya" ve "Tek Devlet'inin "Tek Din"i olmasına yönelik amacının gerçekleştirilmesi için faaliyete ge-çirilmiştir.
Ekonomist ve İşletme uzmanı Prof. Dr. Hasan Ziya Özbekhan dünyada yiyecek kıtlığı ve aşın nüfus gibi küresel sorunları incelemek için bir araya gelen düşünürlerin 1970'lerde oluşturduğu Roma Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı.
Özbekhan'ın bu konulardaki "İnsanlığın Zor Durumu " başlıklı bildirisi Roma Kulübü'nü şekillendirdi. Kulübün araştırma başkanlığı ve yürütme kurulu üyeliği görevini üstlenen Özbek-han daha soma kuruluştan istifa etti. Özbekhan, 1975'te Fransız hükümetine danışmanlık yaptı. Özbekhan, Şubat 2007'de ABD'de vefat etmiştir.
Roma Kulübü'nün kurucu başkanı Prens Hasan Bin Tal-lal, Onursal Başkanı İspanyol Diez Hohleither Ricardo, Başkan Yardımcısı İsviçreli Eberhard Von Koerberger ve Genel Sekreteri Alman Uwe Möller'dir.
Doğramacı, Lord Yahudi Menuhin, Barones Emma Nicholson, Daisaku Ikeda, kulübün kurucu üyeleridir. Ikeda, kulübün Trilateral Grubu Budizm dini temsilcisidir. Nicholson, Lordlar Kamarası ve Avrupa Parlamentosu üyesidir. Prof. Dr. Orhan Güvenen kulübün eski üyesi, Kültür eski Bakanı Talat Halman yeni üyesidir.
Kulüp, yılda bir defa dünyanın değişik ülkelerinde toplan-maktadır. 27-28 Ekim 2002 toplantısı, Doğramacı'nm başkanlığında Bilkent Üniversitesi'nde gerçekleştirilmiştir.
Doğramacı, Roma Kulübü'ne bağlı olarak Uluslararası Kültürler Türkiye Vakfı'nı kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Vakıf; dünyanın politik, ekonomik, ideolojik, dinsel, kültürel, milliyetçilik ve sınıf çatışmalarına kaymasını önlemek amacıyla insan hakları, kültürler arası barış, dinler arası diyalog, bilgi edinme ve yaratıcı stratejinin hayata geçirilmesini esas almıştır. Bu stratejinin izlenmesi, Yeni Dünya Düzeni emperyalizminin önündeki engellerin aşılması öngörülmüştür.
Doğramacı'nm Bilkent Üniversilesi'nde, Mühendislik Fakültesi üçüncü sınıf öğrencileri, 2001'den itibaren Musa Peygamber'in 1981 tarih ve Tyndale House Publishers basımlı Tevrat'ından Genesis başlıklı örnek metinleri 6 kredilik zorunlu ders olarak okuyorlar. Dersi misafir Prof. Dr. Mustafa Al-Nakeeb vermektedir. Ders mahiyetindeki kurs programı, 23 konu başlıklı örnek okuma parçalarından oluşmaktadır. Augustina, Virgil, Catullus, Ovid, Horace, Herodotus, Soppho, Homer, Archilocus, Plato, Han Fei Tzu, Edward Said gibi filozof ve yazarlar diğer konu başlıklarıdır.
Doğramacı, Tevrat'ın ders programında neden yer alması gerektiğini Bilkent Senatosu 'nda şöyle açıklamıştır: "Tevrat, programını ABD 'deki eğitimim sırasında ben de takip ettim. Ufkum olağanüstü açıldı. Bunun başarılı olmamda çok önemli payı oldu. "
Beyrut Amerikan Koleji, Beyrut Amerikan Üniversitesi Edebiyat Bölümü (1 yıl) ve İstanbul Tıp Fakültesi mezunu olan İhsan Doğramacı'yı Bilderberg üyeliğine taşıyan Selahattin Beyazıt olmuştur. İhsan Doğramacı, Bilderberg (Türkiye) üyesidir.
Kitap: Dış İlişkiler Konseyi CFR Türk Bilderbergleri
Yazar: Erol Bilbilik
NOT; Bu gün kürt kimliği altına gizlenmiş yahudi aşiretleri; Irak Süleymaniye kentinde ikamet eden, 1-SORANLAR AŞİRETİ,
2-TÜRKİYE, GÜNEYDOĞU ANADOLUDA, HAKKARİ YÖRESİNDE, BABALAR aşireti.
1980'DE DARBE HÜKÜMETİNDE KÜLTÜR BAKANI CİHAT BABAN, BU AŞİRETİN MENSUBUDUR.
AYRICA, OSMANLIDA MEŞHUR ABDURRAHMAN PAŞA İSYANINI BU AŞİRET ÇIKARTMIŞTIR.
3-BOTHAN AŞİRETİ İSE, GÜNEYDOĞUDA CİZRE YÖRESİNDE İSKAN ETMEKTEDİRLER...
AŞİRETİN İLK İSYAN EDEN LİDERİ, 1836'LAR OLABİLİR. BEDİRHAN PAŞADIR.
BUGÜNKÜ MEŞHUR MENSUPLARI ARASINDDA, BÜLENT ARINÇ VE BİR ARA TAYYİP'İN DANIŞMANLIĞINA YAPAN VE ABD'DE, DELİĞE SÜPÜRMEYİN, SONUNA KADAR KULLANIN DİYEN ZAT.
BU 3 AŞİRET'DE 12.NCİ KABİLEDEN NEŞET ETMİŞ YAHUDİLERDİR..








ismailazakoglu@gmail.com

www.azakoğlu.blogspot.com

İsmail Azakoğlu ile '' AMFİ ÖZEL ''

 KONUK;  Atilla Yıldırım Elektrik, Elektronik Müh. Tarihçi.. Konu; Türk Tarih Tezine Geçiş.