Sosyal sorumluluk konularında farkındalık yaratan çalışmalara imza atmaya devam eden İYİ Parti Çekmeköy Teşkilatı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde yine sokaklarda ve meydanlarda vatandaşı bilinçlendirdi. Madenler Meydanı’nda halka broşür dağıtan partili yöneticiler ve kadınlar basın açıklaması yaptı.
Türkiye genelindeki tüm İYİ Parti teşkilatları, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde sokaklara indi. Sosyal sorumluluk projeleriyle farkındalık yaratan İYİ Parti Çekmeköy Teşkilatı da bu anlamlı günde alanlarda vatandaşı bilgilendirdi ve bilinçlendirdi. İYİ Parti Çekmeköy İlçe Başkanı Dilaver Koç, Çekmeköy ve İBB Meclis Üyesi Bora Kılıç, Kadın Kolları Başkanı Çiğdem Apakhan ve çok sayıda partili, üzerinde kadına yönelik şiddete hayır yazılı pankart ve dövizlerle Şahinbey Caddesi’nden Madenler Meydanı’na yürüdü ve burada broşür dağıtarak Çekmeköylüleri bilgilendirdi.
İYİ Parti Kadın Politikaları Başkanı Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu’nun tüm tişkilatlara göndermiş olduğu ortak basın açıklamasını okuyan İYİ Parti Çekmeköy Kadın Kolları Başkanı Çiğden Apakhan, şunları kaydetti:
“Türk kadını hem tarihimiz boyunca hem de özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en zor günleri olan kurtuluş ve kuruluş yıllarında; Türk milletinin ayağa kalkması için benzersiz bir mücadele vermiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyada hiçbir milletin kadınının, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez sözleri, Türk kadınının gösterdiği özverinin dünya çapında örnek teşkil ettiğini işaret etmektedir. Birbiri ardına gelen savaş dönemleri boyunca eşlerini, kardeşlerini, evlatlarını ve nice sevdiklerini cephelere gönderen ve yine gerektiği anda, yavrusunu sırtına bağlayıp kağnıyla cepheye cephane taşımak için günlerce yol kat eden annelerimizden bize miras kalan dirayet ve cesaret, Türk kadınının hayatın her alanında başarabileceklerinin bir teminatıdır.
Ne acıdır ki, 21. Yüzyılın neredeyse bir çeyreğini geride bıraktığımız bugünlerde ülkemizde kadınlar erkek egemen sosyal bir yapıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Kadınlarımız hukuk nezdinde eşit haklara sahip olmasına rağmen bugün temelinde eğitimsizlik yatan pek çok haksızlığın mağduriyetini yaşıyorlar. Türk kültürünün temel taşlarından olan saygı ve hoşgörünün yerini alan şiddet olayları gün geçtikçe etki alanını genişleterek her yaş ve sosyoekonomik gruptan kadınlarımızı kişilik haklarına ve bedenine yönelik tecavüzden cinayete kadar geniş bir aralıkta artarak devam etmektedir.
Akla vicdana insani değerlere sığmayan bu duruma karşı durmak kadınıyla erkeğiyle toplumun her bir ferdinin sorumluluğudur. Günümüz gerçekliğinde eğitime erişim sağlayamadığı için ekonomik özgürlüğe sahip olamayan kadınlar kadar işsizlikle baş etmeye çalışan eğitimli kadınlara da rastlamaktayız. Birde tüm bu anlatılanların dışında kalan ‘şanslı’ olarak addedilen ancak haksız rekabete, ayrımcılıkla ve mobbing ile baş etmeye çalışan nitelikli eğitim alma imkânına erişmiş ve iş bulmayı başarmış çalışan kadınlarımız var. Elbette ki bu durum yalnızca ülkemizdeki kadınların değil dünyanın hemen her ülkesinde yaşayan birçok kadının her gün karşı karşıya kaldığı bir haksızlıktır.
Bu süreci daha sağlıklı yürütebilen ülkeler olduğu gibi kadınların temel insan hak ve hürriyetlerine erişimleri açısından bir arpa boyu kadar dahi yol alamamış ülkelerde mevcuttur. Bu noktada bizlere düşen görev ilk olarak kadın erkek eşitliği hakkında hukuki düzenlemelerin sağlamlaştırılması ve en etkili biçimde uygulanmasına kadar tüm alanlarda hızla iyileştirmelere gidilmesinin sağlanması için ne yapabileceğimizi tespit etmek ve vakit kaybetmeden bu dönüşümün bir parçası olmaktır.
Kadınların etkin varlık gösterebilecekleri, kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri bir düzende daha iyi ailelerden, daha iyi çalışma ortamlarından daha iyi bir adalet sisteminden daha verimli bir ekonomiden savaşlarla sonlanmayan sorumsuz diplomatik ilişkilerden ve daha nicelerinden bahsetmek bir hayal olmaktan çıkacaktır.
Bu nedenle kız çocuklarımızın yetiştirilmesine önemle kadınlarımıza iş imkân yaratılmasına öncelik verilmesi şarttır. Daha güzel ve yaşanabilir bir gelecek sağlayabilmek için bugün alınacak önlemlerden bir diğeri de kadınlarımız tarafından yetiştirilen ve yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımıza ilişkindir. Unutulmamalıdır ki yarının kadınlarına şiddet yerine saygı gösterecek erkekler, bugünün kadınlarının oğullarından başkası değildir.”
TÜRKİYE’NİN ALTINLARI VE VARLIK FONU Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğluismailazakoglu@gmail.com
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin 490 ton olan Altın rezervinin 450 tonunun, İngiltere Merkez Bankası Bank Of England’da emanette olduğunu açıkladı. Bu açıklama, Türkiye’nin karmaşık gündeminde yeterince ele alınmadı. Hiçbir bağımsız devlet, geleceğinin güvencesi olan birikmiş servetini, başka bir devlete; borç vermez, emanetine koymaz, rehin bırakmaz. Türkiye’de, askeri harcamalar artıp dış borç ödeme sınırını aşarken ve ekonomik bunalım derinleşirken, hazine 450 ton altını neden ve ne karşılığı yabancılara teslim etmiştir? Beklenti nedir? Libya’nın 200 milyar dolarına el koyan Batı’ya nasıl güvenilmiştir? Elde kalan son devlet varlıklarını, “Varlık Fonu” adı altında elden çıkarılmasının, altın olayıyla bir ilişkisi var mıdır? Varsa nedir?
Eski Öykü
Osmanlı Devleti, ilk dış borcu 1854 yılında aldı ve kendini yıkıma götürecek borç sarmalına yakalanmış oldu. Yüksek faizle alınan borçlar, saray yapımı gibi tüketim harcamaları ya da askeri giderler için kullanıldı. Üretimsizliğe bağlı gelir yoksunluğu nedeniyle, alınan her borç yeni bir borcu gerekli kıldı ve Osmanlı devleti, 1875 yılında iflasını ilan etti. Alacaklılar, 1881 yılında İstanbul’da toplandı; üst yönetimini Avrupalı devletlerin oluşturduğu ve devlet gelirlerini alacaklılar yararına yönetmek üzere Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Padişah ll.Abdulhamid döneminde yapılan bu anlaşmaya Muharrem Kararnamesi adı verildi.
Osmanlı Hükümeti, Muharrem Kararnamesi’nin 8.maddesi gereği; tahsil edilmesi kolay devlet gelirlerini, “mutlak ve değişmez” bir biçimde borç ödemelerine ayırıyordu. Bu gelirler şunlardı: tütün ve tömbeki (nargile tütünü) rüsumatı (vergileri), ipek öşürü (ondalık vergi), pul ve ispirto resimleri (harçlar), tütün ve tuz inhisarları (tekelleri), İstanbul ve civarı balık avı vergisi, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs gelirleri, Doğu Rumeli vergisi, gümrük resimlerinde ve gelir vergisinde oluşacak gelir artıkları.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan Lozan Konferansı’yla Düyun-u Umumiye rejimine son verdi ve yeni devletin üzerine düşen borçları ödedi. Siyasi bağımsızlık yanında mali bağımsızlığını da gerçekleştirdi.
Borç Yükü
Türkiye’nin 2002’de 130 milyar dolar olan brüt dış borcu 2016’nın ilk yarısı itibariyle 421.4 milyar dolara yükseldi. Bu çok hızlı bir artıştır ve Türkiye’nin yaşadığı cari açık nedeniyle (cari açık: kazandığından çok harcamak gibi birşey) ödenebilirlik boyutunu aştı. Osmanlı’da olduğu gibi, borç alarak borç ödeyen bir ülke haline geldi.
Hazine Altınları Neden Gitti
Hazine altınları, borç miktarının arttığı ve ödeme güçlüğü çekildiği bir aşamada İngiltere’ye gönderildi. Gönderimin nedeni ve amacı konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu nedenle, irdelemeyle bir sonuca ulaşmak zorundayız.
Durum şudur: Türkiye altın rezervinin tümüne yakınını (% 92), emanet adı altında rehin bırakmıştır. Bu durum, verilen ödünün dışardan gelen ciddi ve önemli bir istemin karşılığı olduğunu göstermektedir.
Merkez Bankası’ndaki rezervin önemli bölümü, özel şirketler ya da kişilerden tahvil senedi ve kredi karşılığı alınan paralardan oluşmaktadır. Hazinenin kendi parası değildir. Yeterli rezerv olmazsa, günü geldiğinde tahvillerin ödemesi yapılamayacaktır. Ekonominin kırılganlığı ve yaşanmakta olan çatışmalı ortam gözönüne alındığında, yapılan işin yaratacağı olumsuzluk kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
İngiltere’nin Türkiye ile kurduğu ticari ilişkiler konusunda sicili kirlidir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı devletinin parasını peşin ödeyerek yaptırdığı gemileri, savaşı gerekçe yaparak teslim etmemişti. Fırsatını bulduğunda bir gerekçe uydurup altınlara el koyma olasılığı vardır.
Altınlar Rehin mi?
Altınlar borca karşılık rehin bırakılmış olabilir. Dış borcun önemli bölümü, devletin kefaletinde özel şirketlere aittir. Özel şirketler ekonomik durgunluk ve dolardaki artış nedeniyle güç durumdadır. Dışarıya olan borçlarını ödeyememe olasılığı vardır.
Bu durumda devlet kendi borcuyla birlikte şirket borçlarını da ödemek zorunda kalacaktır. Oysa, bugün borç alarak borç öder duruma düşülmüştür. Gelir düzeyi düşük, ürettiğinden çok tüketen bir ülke haline gelen Türkiye, sürekli duruma gelen cari açıkla, borç ödemek bir yana, günlük yaşamını bile borç alarak yürütür durumdadır. Bu nedenle, eğer borca karşılık rehin bırakıldılarsa, altınların geri dönmeme olasılığı yüksektir.
Osmanlı’ya Geri Dönüş
Türkiye, Osmanlı’nın son dönemine geri dönmüş durumdadır. Borçlar ödeme sınırını aşmış, gelirler düşmüştür. Varlıklarını satarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Borç ödeyemez duruma düşen Osmanlı İmparatorluğu, borç ödeme işini Düyunu Umumiye İdaresi’ne vermişti. Benzer uygulama, farklı yöntem ve araçlarla günümüzde de yapılmaktadır.
Ülkenin varsıllığını dışarıya aktarma işleyişi, “Kemal Derviş yasalarıyla” Türk hukuk sistemine yerleştirilmiş ve 14 yıldır uygulanmıştır. Özelleştirmeler, toprak satışları, madenler, işletme imtiyazları ve kiralamalarla toplanan paralarla harcama yapılmış, bunlar yetmeyince dışarıdan borç alınmıştır. Bugün gelinen yer, borç alarak borç taksidi ödeme noktasıdır.
Varlık Fonu
Varlık Fonu, Duyunu Umumiye’nin günümüzdeki sürümüdür; onun yaptığı işleri yapacaktır. Kolay toplanan devlet gelirlerine el koyacaktır.
Varlık Fonu uygulaması, bütçesi fazla veren zengin ülkelerin, refahın geleceğe taşınması için uyguladığı bir girişimdir. Türkiye’de tam tersi bir amaç için uygulamaya sokulmuştur. Belli ki, refah değil borç ve yoksulluk geleceğe taşıyacaktır.
Devlet varlıklarının elde kalanları, yeni borç alabilmek ve ayakta kalmak için kullanılacaktır. Varlık Fonu’nun amacı; “dış kaynak temin etmek” ve “büyük ölçekli yatırımlara kaynak sağlamak” olarak açıklanmıştır. Bu açıklama, parasız kalmanın ve borç bulamamanın itirafı niteliğindedir.
“Dış kaynak temin etmek”, yeni dış borç bulmak demektir. Ayrıca, hükümet, “büyük ölçekli yatırımlara kaynak” ayırmamakta bunları kefil olarak özel şirketlere yap-işlet-devret ile yaptırmaktadır. Bu nedenle, açıklama gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek şudur: Altınların rehine verilmesi yetmemiştir ve para elde etmek için kalan devlet kurumları elden çıkarılmaktadır. Ziraat Bankası, BOTAŞ, TPAO, PTT, borsa İstanbul Anonim Şirketi, Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme Anonim Şirketi, Eti Maden ve Çaykur; altınları bekleyen sona doğru yola çıkarılmıştır.
Kaynak Aktarımı
Avrupa’ya kaynak aktarımı; dış borca ödenen faizlerden ayrı olarak, farklı yöntem ve araçlarla sürekli hale gelmiştir. Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nü imzaladığı 1995 yılından 2016 yılına dek, Avrupa’yla yaptığı dış ticarette verdiği açık 267 milyar dolardır. Bu açık; borç faizleri, özel şirket ve kişi aktarımları gibi açık olanlar dışındaki muazzam bir dolaylı kaynak aktarımıdır.
"Devlet Bahçeli MİT Ajanı!"
Turan davasının büyük lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 26.7.1983 tarihinde GATA'da tedavi görürken bir grup
ülkücü, Albay'ı hapisten kurtarmak için çalışma yürütmektedir. Kendisine bu ekipteki isimler bildirilir. Merhum
Türkeş, bunlar hakkında kanaatlerini belirten bir mektup kaleme alır.
ASLI, MEŞHUR BİR DAVA ADAMINDA!
Mektubun sansürsüz aslı, ülkücülerin saygı duyduğu bir dava adamında. Zamanlama açısından yaşanan gecikme
bu dava adamını sıkıntıya sokacağı için şimdilik kendi ismiyle açıklamak istemiyor.
Ancak lider seviyesindeki bazı ülkücülerin de bu mektubu arşivlerinde tuttuğunu ve haberdar olduklarını
araştırmalarımız neticesinde öğrendik. BAHÇELİ'Yİ BU BELGEYLE Mİ SUSTURUYORLAR?
Bizim elimize geçen bu belge, muhtemeldir ki, devletimizin istihbarat birimlerinin de arşivindedir. Daha da
korkuncu yabancı entelijans servislerinin elinde bulunmasıdır.
Acaba MHP liderini bu belgeyle mi susturuyorlar?
Samimi ve milli tepkiler gösteren bakanlar teker teker görevden alınırken, bu belge Ülkücü Hareketin elini
kolunu bağlamakta bir tehdit olarak mı kullanılıyor?
Bu belgeyi açıklamakla, kulislerde Bahçeli'nin MİT ajanlığı konusunda yapılan spekülasyonlara da bir virgül
koymak istiyoruz. Sayın Bahçeli, aksini iddia ederse hatamızı kabul edip, kendisinden özür dileyeceğimizi
şimdiden belirtiriz.
Ama belge doğru ise kendisinden bu tarihi hareketin liderliğinden ayrılmasını isteme hakkımız saklıdır.
MİT AJANI OLMAK ONURDUR AMA...
MIT ajanlarının herhangi bir yasadışı örgüt içine sızmasına karşı değiliz. Aksine gereklidir.
Ancak yasal bir hareketin liderliğini ele geçirmesi kabullenilemez.
Sayın Bahçeli'nin MİT müsteşarı olmasını da memnuniyetle kabul ederiz. Ama MHP yönetimini deruhte etmek,
devletin değil ülkücülerin hakkı ve görevidir.
Bu açıdan saygıyla baktığımız bir kurum olsa dahi MİT'i de açıklama yapmaya davet ediyoruz.
MEKTUBUN METNİ
Pek değerli ve Sevgili Oğlum
Bu gün, muhterem arkadaşımız ... mektubunuzu getirerek beni çok sevindirdi. Yazılarınızı okuyarak gerçek
durum hakkında aydınlandım. Teşekkürler ederim. Ara sıra yazmanızı ve bana bilgi vermenizi rica ederim.
Malum olduğu üzere davamız Türk-İslam davasıdır. Her hareketimizin gayesi Allah'ın (c.c.) rızasını kazanmak
ve asil milletimize hizmet etmektir.
P.. imanlı iyi bir arkadaşımızdır. A.E de temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmeni'dir. Avşardır, benim aşiretimden
boyumdandır. Denenmiş fedakar bir kimsedir. Göze çarpan kusuru kendisine zarar veren içki tutkunluğudur.
M.Ü. ise gayet temiz, dürüst, imanlı, aydın bir kişidir.
Bunlar milliyetçilik yolunda, geçmiş yıllarda sessizce hizmet vermişlerdir. A.G., A.A. tarafından gösterilen
hatalı davranışı anlamak mümkün değildir. Devlet Bahçeli'nin bunlarla aynı davranışa girişmesi mümkün şey.
Devlet Bahçeli,MİT'dendir. Arkadaşlarımız MİT'den uzak olmalı, bunlara hiç itimat etmemelidir.
Ne ise çok şükür şuurlu arkadaşlarımızın sayesinde fesat yatışmış oldu. Fakat bu tatsız şeyleri yapanlar, ya
Anavatan Partisi ile işbirliği sebebi ile kışkırtılmışlardır veya MİT tarafından kullanılmışlardır. Mesele üzerine
dikkatle eğilmek lazımdır.
Ermenilerin cinayetlerine karşı bazı MİT memurları içerde ve dışarda ülkücüleri kullanmak teşebbbüsünde
bulunuyorlar. Bunları asla kabul etmemeli, hiçbir eyleme karışılmamalıdır. Önce yönetim Milliyetçilere karşı
giriştiği baskıyı, yanlış uygulamayı değiştirmeli ve resmi makamlar, görev teklif etmelidirler. Bu takdirde
devletimizin desteğini ve tasvibini arkamıza alarak eyleme girişmek kabul olunmalıdır. Aksi halde MİT (?)
memurlarının el altından yaptıkları teklifleri kabul etmek zararlıdır. Bunu herkese münasip şekilde anlatmalıdır.
Şimdi sizden özel bazı ricalarım olacaktır. Eşim Seval hanımı tanıyorsunuz. Gerek sizin ve gerek muhterem ...
hanımın arada bir telefonla aramanızı kendisine (okunamadı) ilgi ve destek vermenizi rica ederim.Güvenilir iyi
bir de şöför temin etmeye çalışmanızı rica ederim.
Mahsus selamlar ederek sevgilerle gözlerinizden öperim. Cenabı Hakka emanet ederim.
Alparslan Türkeş (İmza)
KONUNUN TRAJİ-KOMİK TARAFI...
Bu belgenin, Bahçeli'nin başbakanlığı konuşulmaya başlandığı bir dönemde gündeme gelmesi ilginçtir.
Mektubun doğru olduğunu varsayarsak ve Sayın Bahçeli de başbakan olursa, MİT Müsteşarı ile aralarında bir ast
- üst sorunu yaşayacakları kesin!
Haydi halledin bu kısır döngüyü!..
gercekergenekon.4t.com
*********
Gladio,
II. Dünya Savaşı sonrasında İtalya"da örgütlenen stay-behind operasyonunun kod adı.
Latince"de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü isim olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz
kontrgerilla örgütlenmesi olan Stay Behind tarafından 1952 yılında kuruldu.
CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve
gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. Sardunya"da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey
İtalya"da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu. Resmi adı Müttefik Koordinasyon
Komitesi (Allied Coordination Committee) idi.
1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. 1990 yılında
Gladio"yu ortaya çıkaran soruşturmalar esnasında bu 622 kişinin grup liderleri oldukları, her bir grup
liderinin belli sayıda kişiyi idare ettiği, böylece toplam sayının 15.000"e yaklaştığı ortaya çıktı.
Soruşturmaların ünlü yargıcı Felice Casson, gizli servis arşivinde yaptığı incelemelerde, 1972 yılındaki
bir bombalamanın kesinlikle NATO destekli bazı gizli örgütlerce yapıldığı sonucuna ulaştı. Yargıç
Başbakan Andreotti"nin bilgisine başvurdu, 1972"de bu olay tesbit edildiği için Başbakan örgütün
varlığını kabul etti, ancak 1972"de kapatıldığını söyledi. Araştırmalara devam edilince Gladio"nun
faaliyete devam ettiği ortaya çıktı. Eylemlerin en büyüğü 1980 Ağustos ayında Bologna tren
istasyonunda patlayan bomba ile 85 kişinin ölümü idi.
İtalya"da 1969-80 arasında 4.298 terör olayı meydana gelmiştir. Yapılan soruşturmalar sonucu,
bunların önemli bir bölümünden Gladio sorumlu gösterilmiştir. Bazı eylemleri bizzat yapmakla,
bazısında patlayıcı ve silah sağlamakla, bazısında da tahrik ve yönlendirme yapmakla suçlanmıştır.
Avrupa Parlamentosu bile sorunla ilgili karar tasarısında şu sözlere yer vermek durumunda kalmıştır:
"Avrupa Topluluğu"na üye pek çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40
yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu örgütlerin
demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile işbirliği halinde ABD gizli servislerince yönetildiği
anlaşılmıştır."
Örgütün İtalya"daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan"da B-8 ya da SheepSkin (Koyun Postu),
Belçika"da SDRA-8, Hollanda"da NATO Command, Batı Almanya"da Gehlen Harekatı, Stay Behind ya
da Sword, Avusturya"da Schwert, Fransa"da Rüzgar Gülü, İspanya"da Anti-Terör Kurtarma Grubu
(GAL), İngiltere"de ise Secret British Network olarak bilindiği bu ülkelerin yetkililerince açıklandı.
Örgüt, Türkiye"de Kontrgerilla olarak biliniyor.
*******
ŞAHLARIN LABİRENTİ;12 EYLÜL BELGESELİ
Belgeselde, yaşananları sağ-sol çatışmasından ibaret saymanın o dönemin üzerine perde çekmek
olacağı düşüncesine yer veriliyor.
Alttaki adreste konuyu vermiş idik,
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=345.msg5906#msg5906
Lakin yine de indirmek ve arşivinde saklamak isteyenler olur ise konu kapatılmadan tamamını
indirebilirler.
Türk Silahlı Kuvvetleri "Düşükler Yassıada"da" diye bir film gerçekten çekti mi?
İdam fotoğrafları gazetelere ne kadara satıldı?
http://rapidshare.com/files/309347726/Shlrn.Lbrnti.6.blm-.part2.rar
http://rapidshare.com/files/309347908/Shlrn.Lbrnti.6.blm.part1.rar
İhsan Doğramacı (1915 Erbil-2010 Ankara) ... Cenazesine Mesut Barzani'nin temsilciler yolladığı; Kenan Evren'in Bilkent'teki oğlunun evine bizzat gidip başsağlığı dilediği Doğramacı kim?
Bilderberg üyesi
Hacettepe, Beykent ve Türkiye'nin ilk vakıf üniversitesi Bilkent'in kurucusu
Bilkent Holding İştirakti Tepe Grubu ve Meteksan Grubu'nun kurucusu
Tepe-Akfen-Vien (TAV) Konsorsiyumu'nun kurucu ortağı
Fransız Legion D'Honneur Nişanı sahibi
Japonya Merkezli Aprica Vakfı'nca verilen Dr. Naito Ödülü'nün sahibi
İhsan Doğramacı'yı, PKK'nın tepe yönetiminde bulunan ve yurtdışında yaşayan Yaşar Kaya şöyle tanıtıyor:
"İhsan Doğramacı deyince Hacettepe ve Bilkent Üniversitesi akla gelmektedir. Doğramacı dünyaya damgasını vurmuş Kürtlerden biridir. Doğramacı'nın babası Ali Paşa'dır. Erbil'den (Hewler 'den) milletvekili olan babası İstanbul'a gitmiştir. Doğramacı, meşhur bir Kürt aşireti olan CAF aşiretindendir. Liseyi, Bağdat 'ta bitirmiştir. Sonra Türkiye 'ye gelmiştir. Ibraniceyi ana dili gibi bilmektedir. "
Doğramacı, Türkiye'de ve Türk medyasında hep Kerkük Türkmen'i olarak gösterilmiştir. Kerkük Türkmenlerinin hak ve hukuklarını savunduğu yazılmıştır. Ne var ki Türkmenlerin böyle düşünmedikleri ortaya çıkmıştır. Doğramacı, Ankara'da Türkmen Cephesi heyetlerince yapılan görüşme tek-liflerini rahatsız olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Türkmenler, Doğramacı'nm kendileriyle görüşmemesine kızmıştır. "Evinin kapısını Celal Talabani ve Mesut Barzani 'ye ardına kadar açan Doğramacı, biz hemşerilerine bir bardak çayı çok mu görüyor " diye sitem etmişlerdir.
Doğramacı, Türkmen hemşerilerine sergilediği davranışın benzerini Kerkük'ten gelip Hacettepe Üniversitesi'ne girmek isteyen öğrencilere de göstermiştir. Bunların üniversiteye girmelerini önlemiştir. Buna gerekçe olarak da onlarla sürekli olarak çatışıldığını öne sürmüştür.
Doğramacı, Musul-Kerkük petrollerinin işletilmesinde pay sahibidir. Bu nedenle petrol şirketleri ile uzun yıllara varan ilişkileri ve yakınlıkları söz konusudur. Nitekim Doğramacı'nın bazı şirketleri ABD operasyonlarından sonra özellikle Afganistan'ın yeniden yapılandırma pastasından en fazla pay alan şirketler arasına girmiştir.
İhsan Doğramacı'nın bazı akrabaları Kürt özerk yönetiminde yönetici düzeyinde görev alıyor. Aza Doğramacı adlı akrabası ise Doğramacı'nm buradaki şirketi Tepe İnşaat ortaklığında Erbil'de Üniversite kuruyor. Doğramacı'nm baba tarafından kuzeni olan Aza Doğramacı, Kürt.
Doğramacı, 12 Eylül darbe liderine ABD'ce dayatılan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Yasası'nı hazırlamakla görevlendirilmiştir. 1982 Anayasası'nı hazırlayan komisyonun tüm itirazlarına rağmen Evren üzerindeki gücünü kullanarak YÖK'ün Anayasa'da yer almasını sağlamıştır. YÖK ile üniversitelerin Amerikanlaşması'nın yolunu açmış ve Türk ulusal yüksek öğretimini yıkıma uğratmıştır. Türkiye'nin ilk vakıf üniversitesi
Bilkent'i kurarak bu yıkımın öncü kuvvetleri için model oluş-turmuştur.
Doğramacı, dünyayı çok uluslu şirketler adına yöneten Dış İlişkiler Konseyi'ne (CFR) mensup 100 Elit ile birlikte Roma Kulübü'nü (CoR) kurmuştur. Roma Kulübü, Yeni Dünya Düzeni emperyalizminin "Tek Dünya" ve "Tek Devlet'inin "Tek Din"i olmasına yönelik amacının gerçekleştirilmesi için faaliyete ge-çirilmiştir.
Ekonomist ve İşletme uzmanı Prof. Dr. Hasan Ziya Özbekhan dünyada yiyecek kıtlığı ve aşın nüfus gibi küresel sorunları incelemek için bir araya gelen düşünürlerin 1970'lerde oluşturduğu Roma Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı.
Özbekhan'ın bu konulardaki "İnsanlığın Zor Durumu " başlıklı bildirisi Roma Kulübü'nü şekillendirdi. Kulübün araştırma başkanlığı ve yürütme kurulu üyeliği görevini üstlenen Özbek-han daha soma kuruluştan istifa etti. Özbekhan, 1975'te Fransız hükümetine danışmanlık yaptı. Özbekhan, Şubat 2007'de ABD'de vefat etmiştir.
Roma Kulübü'nün kurucu başkanı Prens Hasan Bin Tal-lal, Onursal Başkanı İspanyol Diez Hohleither Ricardo, Başkan Yardımcısı İsviçreli Eberhard Von Koerberger ve Genel Sekreteri Alman Uwe Möller'dir.
Doğramacı, Lord Yahudi Menuhin, Barones Emma Nicholson, Daisaku Ikeda, kulübün kurucu üyeleridir. Ikeda, kulübün Trilateral Grubu Budizm dini temsilcisidir. Nicholson, Lordlar Kamarası ve Avrupa Parlamentosu üyesidir. Prof. Dr. Orhan Güvenen kulübün eski üyesi, Kültür eski Bakanı Talat Halman yeni üyesidir.
Kulüp, yılda bir defa dünyanın değişik ülkelerinde toplan-maktadır. 27-28 Ekim 2002 toplantısı, Doğramacı'nm başkanlığında Bilkent Üniversitesi'nde gerçekleştirilmiştir.
Doğramacı, Roma Kulübü'ne bağlı olarak Uluslararası Kültürler Türkiye Vakfı'nı kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Vakıf; dünyanın politik, ekonomik, ideolojik, dinsel, kültürel, milliyetçilik ve sınıf çatışmalarına kaymasını önlemek amacıyla insan hakları, kültürler arası barış, dinler arası diyalog, bilgi edinme ve yaratıcı stratejinin hayata geçirilmesini esas almıştır. Bu stratejinin izlenmesi, Yeni Dünya Düzeni emperyalizminin önündeki engellerin aşılması öngörülmüştür.
Doğramacı'nm Bilkent Üniversilesi'nde, Mühendislik Fakültesi üçüncü sınıf öğrencileri, 2001'den itibaren Musa Peygamber'in 1981 tarih ve Tyndale House Publishers basımlı Tevrat'ından Genesis başlıklı örnek metinleri 6 kredilik zorunlu ders olarak okuyorlar. Dersi misafir Prof. Dr. Mustafa Al-Nakeeb vermektedir. Ders mahiyetindeki kurs programı, 23 konu başlıklı örnek okuma parçalarından oluşmaktadır. Augustina, Virgil, Catullus, Ovid, Horace, Herodotus, Soppho, Homer, Archilocus, Plato, Han Fei Tzu, Edward Said gibi filozof ve yazarlar diğer konu başlıklarıdır.
Doğramacı, Tevrat'ın ders programında neden yer alması gerektiğini Bilkent Senatosu 'nda şöyle açıklamıştır: "Tevrat, programını ABD 'deki eğitimim sırasında ben de takip ettim. Ufkum olağanüstü açıldı. Bunun başarılı olmamda çok önemli payı oldu. "
Beyrut Amerikan Koleji, Beyrut Amerikan Üniversitesi Edebiyat Bölümü (1 yıl) ve İstanbul Tıp Fakültesi mezunu olan İhsan Doğramacı'yı Bilderberg üyeliğine taşıyan Selahattin Beyazıt olmuştur. İhsan Doğramacı, Bilderberg (Türkiye) üyesidir.
Kitap: Dış İlişkiler Konseyi CFR Türk Bilderbergleri
Yazar: Erol Bilbilik
NOT; Bu gün kürt kimliği altına gizlenmiş yahudi aşiretleri; Irak Süleymaniye kentinde ikamet eden, 1-SORANLAR AŞİRETİ,
AŞİRETİN İLK İSYAN EDEN LİDERİ, 1836'LAR OLABİLİR. BEDİRHAN PAŞADIR.
BUGÜNKÜ MEŞHUR MENSUPLARI ARASINDDA, BÜLENT ARINÇ VE BİR ARA TAYYİP'İN DANIŞMANLIĞINA YAPAN VE ABD'DE, DELİĞE SÜPÜRMEYİN, SONUNA KADAR KULLANIN DİYEN ZAT.
BU 3 AŞİRET'DE 12.NCİ KABİLEDEN NEŞET ETMİŞ YAHUDİLERDİR..
Uzun zamandır var olan ancak bir süredir merak edilen ABD HAARP Silahını Türkiye’ye Uyguluyor Olabilir!
Konuya yavaş yavaş girmek istiyorum. Bu yüzden her kafadan ayrı ses yerine hem araştırmalar, hem birikimlerimi sizlere aktarmak için bu yazıyı yazıyorum. Lafı uzatacağım. Çünkü gerçekten de konuşulmaya değer bir geceydi. Oldukça karanlık bir geceden sonra, saat ilerledikçe uyku çöküşü yerine uykuyu açan şeyler oluyor. Herkes heyecanlı. İnsanlar uyumayı deniyor, ancak bir süre sonra tekrardan ayaklanıyor.
Yatağında sağa sola kıvranan bir çok kişi var. Bu kadarıyla da sınırlı değil. Öyle boğucu bir hava var ki, insanın uykusu kaçıyor, insanın gökyüzünü seyretmesi bile oldukça zor hal alıyor. Çünkü gökyüzüne baktığınız da, hayatınızda belkide görmüş olabileceğiniz en boğuk, en basık ve en şekilsiz bulutları görüyorsunuz.
Gökyüzünün yakınındaymış gibi görünmesi de bir hayli tuhaf. Bu yüzden de 22 Ağustos oldukça gizemli bir gece olarak kaldı. Özellikle de bu geceyi uykusuz bir şekilde geçirenler, birbirimizi en iyi bir şekilde anlayabileceğiz.
ABD HAARP Silahını Türkiye’ye Uyguluyor Olabilir!
Uzun geceyi, aynı zamanda gizemli bir geceyi bu kadar kısa cümlelere sığdırmak saçma olabilirdi. Daha öncesinde ilk kez gördüğüm şekillerde bulutlar gökyüzünde süzülüyor. Bulutların şekilleri bir hayli korkunç. Baktıkça geçmiş insanın aklına geliyor, farklı düşünceleri tattırıyordu. Korkunçtu. Oldukça korkunç. Bulutların sanki havada değil de tam tepemizde olduğunu görmekte tuhaf. çok tuhaf.
Gökyüzü öyle yakındı ki, sanki bulutlara doğru uzanacağım hissine kapıldım. Araştırmalarıma devam ettim. Bu geceyi uykusuz geçireceksem eğer, bazı şeyleri de araştırmam gerekiyordu. En azından korkuma yenik düşmemem gerekiyor, en azından zamanımı bu şekilde geçirmem gerekiyordu. Bilgisayarımı açtım, araştırmalara daldım.
İnsanların Bir Çoğu Aynı Anda Uykusuz!
Ekşi Sözlüğe giriş yaptığım da Dün geceyi uykusuz geçiren bir tek ben değilmişim bunu öğrendim. Havadaki nem, bulutlardaki şekilsizlik insanları mutsuz etmiş olmalı ki, bir çok evde ışıklar yanıyordu o gece. Uykunun önemli olduğu saatlerde ayakta kalmak oldukça can sıkıcıydı. Saat 00:00 olduktan sonra memleketin her yerinden insanlar yazılar yazmaya başladı, havada ne oluyor? savaş mı çıktı? neden bu kadar çok nem var? uyuyamıyoruz? havadaki basık havanın sebebi ne? hava neden böyle kokuyor? gibi bir takım sorular insanların akıllarındaydı.
Aslında akıldaki soruların cevabını bulmak için bir çok araştırma yapmak gerekliydi ki, Twitter dan insanların diyaloglarına baktığım zaman sadece uykusuz kalanlar İstanbul’da değil, memleketin her yerinde! Akşam 18:00’dan sonra hava bir hayli tuhaflaştı. Öncelikle meteorolojiden gelen açıklamalar, daha sonrasında ise hava olayları ile ilgili tekrar tekrar uyarılar. Yağmur yağacak, sele karşı önlem alın, sağanak yağış var, fırtına çıkabilir! uyarıları maalesef ki o gece için geçerli olmadı.
HAARP ile Beraber Mevsim Değişebiliyor!
Hava olayları konusunda ciddi derecede bilgilendirme yapan ve her ne kadar beğenmiyor olsak ta yanlışlık payı düşük çalışmalarını bizlere ileten Meteorolojiyi bu gece şaşırtan bir olay oldu. Devasa bulutlar ülkenin üzerine çöktü, meteorolojiyi yanılttı.
İnsanların uykusuz olmasının sebeplerine gelelim şimdi. Bulutlar neden o şekildeydi, daha önceden oldu mu? bu ilk kez mi yaşanıyor? bu soruların cevabını bulalım. Şimdi sizlere kısa bir tarihte yolculuk yaptırmak istiyorum. Özellikle de 22-25 yaşlarındaki kişiler, siz daha iyi anlayacaksınız. Bu yaşın altında kalanlar ise hafızaları zorlasın, ailelerinde büyüklerine mutlaka sorsun.
Tarih : 17 Ağustos 1999 Büyük Deprem
Hayatımda duyduğum en tuhaf bulut görüntülerinin çekildiği gün. Büyük Deprem gecesi ve korkulu dakikaları. Çığlık atan insanlar, gökyüzünün yakın olması, havadaki pis koku, bunaltan basık ve aynı zamanda şekilsiz bulutlar.
Hepsinin aynı anda göründüğü ve yaşandığı gündü. Büyük deprem bu olayların hepsini barındırıyordu ki, uzun zaman sonra bulutlar yine o şekillere büründü. Yıldızlar bir farklı oldu. Herkes aynı şeyi söylüyordu. 17 Ağustos’un gizemini çözmeye çalışan insanlar, Yıldızların o gece ki görüntüsünü tekrar tekrar inceliyordu. Yıldızlar en net görünüyordu. Daha öncesinde bulutlar oldukça şekilsizdi.
Gökyüzü öyle yakın ki, sanki yıldızı elinle tutabilecekmiş hissi veriyor. Tam da bunun gibi bir gece, 22 Ağustos 2016’da karşımıza çıktı. Birbirine ne kadar yakın tarihler değil mi? Büyük depremden yıllar sonra, 5 gün sonrası..
Böyle düşününce aslında bir hayli tuhaf. Sonuç olarak saçmalıyorsun! diyenler olacaktır. Ama durum aynen bu şekilde. Baktığımız zaman 22 Ağustos 2016 gizemli bir gece olarak karşımıza çıktı. Büyük depremin izini yıllar sonra atlattık.
Bu depremden yıllar sonra ve 5 gün sonrasında o günü tekrardan yaşamış gibi olmak, aslında oldukça zor ve bir hayli üzücü. Gizemli gece için düşüncelerim sadece bunlarla kısıtlı değil tabii ki. Yazımın başında da söylemiştim zaten. Bu gece öyle 100-200 kelime yaz bitir tarzında bir gece değil. Oldukça uzun bir makale olacak, zamanı olanlar okusun demiştim. Gizemli gece de hava basıncı bir hayli yüksekti.
HAARP ile Havanın Değişmesi Mümkün Mü?
Meteorolojinin yaptığı tahminlere gelin göz gezdirelim. Meteorolojinin yaptığı tahminlere göre bir çok bölge parçalı bulutlu olarak belirlenmişti. Ta ki gizemli geceye kadar. Gece olduğu zaman tahminlerin aksine oldukça boğuk ve bir o kadar da basık bir hava vardı.
Ankara: Az bulutlu zamanla parçalı bulutlu, 32 derecede İstanbul: Parçalı ve az bulutlu 31 İzmir: Az bulutlu 33 Bursa:Az bulutlu zamanla parçalı yer yer çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra doğu ilçeleri kısa süreli ve yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 32 Adana: Az bulutlu ve açık 35 Antalya: Az bulutlu ve açık 32 Samsun: Parçalı, yer yer çok bulutlu 30 Trabzon: Parçalı yer yer çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 29 Erzurum: Az bulutlu zamanla parçalı yer yer çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra kısa süreli ve yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 29 Diyarbakır: Az bulutlu ve açık 40
Meteorolojinin Tahminlerinin Tersi Oldu!
Mevsim normallerinin üstünde bir sıcaklık, boğuk hava, yakın gökyüzü, parçalık yer yer çok bulutlu denilirken bulutların oldukça garip bir şekilde karşımıza çıkması. Bu kadar mı? Hayır değil. Devamı da var. Öyle bir hava ki, nefes aldığınız zaman gerçekten de zorlanıyorsunuz gibi. Bir nevi sanki oksijen yetersiz kalıyor gibi.
Bunu söyleyen kişi sadece ben değilim. Bunu söyleyen kişileri sosyal ağlardan tek tek görebilirsiniz, yorumlarının saatlerine bakabilirsiniz. Tek taraflı bir düşünce olmasını isterdim ama yurdumuzun bir çok bölgesinden insan bu şekilde düşüncelerle karşımıza çıktı. Ki zaten olağan üstü durum da burada başlıyor. Ekşi sözlükte 500’e yakın entry yazıldı, Bazı kişiler benim düşüncelerimle aynı olurken karşı çıkanlar da oldu. Beni en iyi yansıtan entrylerden bir tanesinde kullanıcı uykusuzluk problemini aşağıdaki şekilde saatleri yazarak dile getirmiş;
23.00: yatış 01.30: uyanış ve 03.00’e kadar bir türlü uyuyamama. 03.00: yatmaya çalışılması ama 05.00’e kadar uyuyamama. 05.00’te yatıp 08.00’e kadar uyuma ve işe geç kalma. ve kapanış.
Bakmayın oradan çok gereksiz bir konu, abartıyorsunuz diyenler de var. Çok samimi olmayan, çok saçma gelen bir konu olabilir. Ancak yüzlerce insanın uykusuzluk problemi çekmesi hele bir de aynı gün, aynı saatler de hatta aynı dakikalar da yaşaması tesadüf olamaz.
Neden Oldu? Neden Uykusuzduk?
Açıklamaları var tabii ki. Geldi yine HAARP diyebilirsin. Düşüncelerini okudum bak. Evet. Kimyasal silahlar, maalesef ki ülkelerin en gizli silahlarından bir tanesi. Aynı zamanda Amerika gibi büyük ve güçlü bir devletin gizli bir şekilde yürüttüğü HAARP ‘de bunlardan. Kimyasal demek yanlış olur. Çünkü HAARP oldukça anormal bir güç diyebiliriz.
Öyle bir şey düşünün ki, deprem yapabiliyor, mevsimleri değiştirebiliyor. Savaşta onlarca insanın ölmesi yerine deprem yaratarak bir ülkeye zarar vermek! Sizce de olamaz mı? Mantıksız mı geliyor hala?
17 Ağustos 1999 Depremi ve Haarp ilişkisi!
Tekrardan dönüyoruz. 17 Ağustos Büyük depreme. Depremden önce herkesin dile getirdiği konu bulutların çok yakın olduğu ve gökyüzünün çok net bir şekilde karşımıza çıkması. Aynı zamanda yıldızlar da oldukça yakın bir şekilde izleyicilere selam veriyordu. Türkiye de pek gerçekleşmeyen durumlar meydana geldi. 17 Ağustos 1999 günü, ülkemizde Gölcükte normal vatandaşların asla giremeyeceği bir üs bulunuyordu.
ABD’ye ait bu üst’te o gün ne olduğu belli olmayan bir deniz altı geldi ve bu deniz altında gizli denemeler yapıldı. 4 şiddetinde deprem yapılmak istenildi. Ancak çalışmaların bir çoğu olumsuz geçti ve denemeler hesaplanan gibi olmadı. Gölcükte 4 yerine 7 hatta 8 şiddetinde deprem oldu. Amerikanın deneyinin başarısız olması sonrasında iddialar bu şekilde devam etti. Amerikanın denemelerinin başarısız olması ile beraber insanların HAARP’a inancı daha da arttı. Türkiye de fay hattı üzerinden denemeler yapan Amerika bu deneyi başka bölgelerde uygulayacaktı.
ABD’nin denemeleri sadece bunlarla da kısıtlı değil. Ülke de büyük bir faciaya yol açtığı düşünülen ABD uzunca bir süre sonrasında gizli silahını Türkiyede kullanmadı. Ta ki aradan 13 sene geçinceye kadar. 1999 yılından sonra şimdide Van Depremine dönüyoruz.
Van Depremi ve HAARP İlişkisi
2011 yılında Van depreminde fay hatları normalin aksine daha düzenli bir şekilde kırılmış ve fayların oluşturduğu hatlar oldukça paralel şekiller oluşturmuştu. Yani normal bir şekilde doğa olayı olarak gördüğümüz depreme göre fay hatlarında anormal derecede düzenli kırılmalar meydana gelmişti.
Bilim adamlarının kafasını kurcalayan bu olay, Fay hatlarına müdahale mi edildi? sorusunu akıllara getirdi. Çünkü ABD istediği zaman deprem yapabiliyordu. Buna en yakın örnek ise yine yapılan bir deneyden verilebilir.
Çölde Yağmur Yağdıran Silah: HAARP
Yakın dönemlerde Haarp sinyalleri gönderilerek Arizona çölüne kar yağdırılmıştı. Çölde kar yağması durumu oldukça anormal bir durum olduğu için de ABD tekrardan gündeme geldi.
Gizli silahını her ne kadar gizlemek istese de, bilinen şu ki, Çöle kar yağdı ve resmen Haarp bir kez daha karşımıza çıkmıştı. Böylelikle bu gizli projenin ne kadar kuvvetli olduğunu bir kez daha gördük. Aslında bu deneyler ve projeler sadece ABD tarafından yapılmadı. Daha öncesinde Rusya da bazı denemeler yapmıştı. Ancak bu denemeler başarısız olmuştu. Bunun altında yatan ise başka sebepler vardı.
1976 yılında Rusya bir alan belirledi ve bu alan da çalışmalarını devam ettirdi. Ancak belirlenen bölge Çernibol’e oldukça yakın olduğu için daha sonrasında patlama ile beraber imha oldu. Böylelikle Rusya haarp teknolojisi ile tanıştıktan kısa bir süre sonra vazgeçmiş oldu. Tabii bu bizim bildiğimiz. Belki de hala gizli bir şekilde farklı bir bölge de çalışmalar devam ettiriliyor.
HAARP Daha Öncesinde Rusyada Uygulandı!
HAARP ile beraber Amerika oldukça güçlendi diyebiliriz. Durdurulamaz bir güce ulaşması tabii ki farklı ülkelere de sıçramış oldu. Buna en iyi örnekte soğuk savaş dönemi diyebiliriz. ABD Soğuk savaş sırasında Rusyaya aşırı miktarda sinyal göndermiş ve daha sonrasında Rus bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonrasında Rusya da gerçekleşen bir takım olayların tamamı HAARP’a bağlanmıştı.
Rusya da durumlar bir hayli karışıktı. Aşırı derece de sinyal alan Rusya çok gergin günlere Merhaba demiş ve daha sonrasında olayın arkası gelmişti. Amerikanın yaptığı gizli çalışmaların bir çoğu açığa çıkmış, Ruslar ve Amerikanlar arasında gergin zamanlar başlamıştı. Ruslar olayın farkında vardıktan sonra Amerika ile araları bir hayli bozuktu. Bilim adamlarının yaptığı araştırmalar, gerçekleri açığa çıkarınca ABD bunu gizlemek adına çalışmalarını daha da yoğnu altına aldı. Böylelikle çalışmalar daha da gizli hale geldi. ABD’li jeo fizikçilere göre ozon tabakasını bozmak, iklimleri değiştirmek, yapay deprem yapmak HAARP ile meydana getirilebilir.
Ruslar, daha öncesinde bu teknolojiyi denediği için Amerikanın tuzağına yenik düşmedi. Lakin yapılan araştırmalara göre Rusya da sıcaklıkların 40-45 derecelere kadar çıkmasının tek sebebi Amerikanın yaptığı deneylerdi. Farklı bölgeleri denek olarak belirleyen ABD, bu sefer de Rusya da deneyler yapmış ve bu deneyler sonrasında çöl sıcakları Rusyanın belası olmuştu.
Bilim ve Teknoloji Birleşti HAARP Oluştu!
Haarp akla sığmayacak kadar güçlü bir teknoloji silahı diyebiliriz. Bilim ve teknolojinin birleşerek bu şekilde karşımıza çıkması oldukça büyük şeylere yol açabilir. Karşına çok fazla Haarp çıkan bir kişi artık bu komple teorilerine inanmayacaktır diye düşünüyorum. Ancak inanmamak için herhangi bir sebep yok.
Gizemli gece dememin sebebi de bu aslında. Oldukça fazla seçenek var. Ancak hiç biri bu gecenin normal bir gece olduğu kanıtlamıyor. Bunun aksine normal gecelere göre bir hayli anormal olduğunu söyleyebiliyoruz. O gece uykumuzun gelmemesinin sebebi belkide yeni deneyler olabilir? Bunun yanı sıra, kimyasal silahlar da olabilir. Zaten çoğunluğun düşüncesi de bu yönde.
Çöle kar yağdıran bir ülkeden bahsediyoruz. Sıcaklığı 40-45 derecelere kadar çıkarabilecek bir projeden bahsediyoruz. Bu denli güçlü bir silahın tekrardan denenmiş olması tabii ki saçmalık değil. Yapılamayacak bir şey değil. Bir kez daha düşünmekte, sorgulamakta, anlamakta, yadırgamamakta fayda var. Bu yazıdan sonra kanıt isteyenler, neden anormal gece olduğunu söyleyenler olacaktır. Yazıyı tekrar ve tekrar okumalarını tavsiye ediyoruz. Lakin, okumaktan zarar gelmez.