26 Kasım 2019 Salı

İRANDAKİ TÜRK FAKTÖRÜNÜ YOK ETME PLANLARI !

İRANDAKİ TÜRK FAKTÖRÜNÜ YOK ETME PLANLARI !

Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com 


İran Ulusal Direniş Konseyi, protestolarda 251 kişinin öldüğünü, 3.7 binden fazla kişinin yaralandığını ve 7.000'den fazla kişinin gözaltına alındığını söyledi.
Artan yakıt fiyatları sonrasında İran'da protesto gösterileri devam ediyor. İran Ulusal Direniş Konseyi, protestolarda 251 kişinin öldüğünü, 3.7 binden fazla kişinin yaralandığını ve 7.000'den fazla kişinin gözaltına alındığını söyledi.

Ancak İran medyası, İran hükümetinin, rakamların gerçeği yansıtmadığını söylediğini belirtti. Açıklamada, hükümet tarafından onaylanmayan herhangi bir zararın spekülatif ve geçersiz olduğu belirtildi.
ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya hakkında yaptığı açıklamada, İran hükümetini İran'daki protestolar konusunda şeffaf olmamakla suçladı. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bir basın toplantısına ABD’nin İran’daki protestoları yakından takip ettiğini söyledi.
 
İran’daki Türk faktörünü zayıflatma ve ortadan kaldırma planı !
Bildiğiniz gibi, İran’ın ülkeyi, Türk faktörünü baltalamanın yollarından biri olarak sayısız başkente (iller) bölme politikası vardır. B u siyaset merkezi iktidara etnik bölgelerin mərkəzləşməsinin önlemeye yardım etti.
Böylece Azerbaycan, Pahlavi'nin yaşadığı ve daha sonraları "molla rejimi" nde yaşayan Türkler bölgesini böldü ve Tebriz'in merkez çekirdeğini zayıflatmak için Azerbaycan bölgesindeki Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Ardabil ve Zanjan ülkelerini yarattı . Ayrıca, birçok Türk, Kazvin, Hamadan, Karaj'ın ortaya çıkmasıyla Türk olmayan bölgelere katılmıştır. Söylediğim gibi, Tebriz, 4-4,5 milyon nüfusuyla, Doğu Azerbaycan eyaletinin merkezi olan geniş bir bölgenin merkezi haline geldi.

Bununla birlikte, büyük ölçüde göz ardı edilen bir faktör var, Güney'deki liderlerimizin bir şekilde fayda sağlayabilmesi. Böylece, 2014 yılında, İran Devleti'nin idari ve politik bölümleri, akranlardan daha yüksek bir idari birim olan Bölgelerde kuruldu. Böylece 31 il 5 bölgeye ayrılmıştır ve bölgedeki en büyük şehir merkezi statü kazanmıştır.
📷
Haritadan görebileceğiniz gibi, dört ana Azerbaycan başkenti (Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Ardabil, Zanggan) ve Gilan ve Kürdistan, Tebriz'in merkezi olan 3. Bölge'de birleşmiştir.
Bölgelerin politik etkisi henüz çözülmedi. Ancak, her bölgedeki ülkelerin Tahran'a başvurmadan bölgedeki birçok sorunu ve ortak projeleri çözmelerine de yardımcı oluyor.
Tebriz'i Güney Azerbaycan'ın tarihi bölgesinin çoğunu içeren Bölge 3'te merkezi bir işlev olarak kullanmak ve bölgenin Tahran'dan bağımsız bir siyasi merkeze dönüştürülmesi mümkün müdür?
Kaynak; Hüseyin Ilteber

CFR TÜRK BİLDERBERGLERİ !

CFR Türk Bilderbergleri !
Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com 

 CFR İLE BİLGİLERİ PAYLAŞMA NEDENİM
İHSAN DOĞRAMACI İLE BAĞLANTILI OLDUĞU İÇİNDİR!
Dış İlişkiler Konseyi
CFR Türk Bilderbergleri
David Rockefeller: Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların, kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elit’in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur. Henry Kissinger: Hangi yol seçilirse seçilsin, Birleşik Devletler ya da Avrupa’ya dayanan çokuluslu şirketler, küreselleşmeyi yönlendiren lokomotifler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın çokuluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır. George Kennan: Dünya servetinin yüzde 50’sine ama nüfusunun yüzde 6,3’üne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlık odağı olmamız gayet normaldir. Önümüzdeki dönemde bu ayrıcalıklı pozisyonun devamını sağlayacak bir ilişkiler ağı örgütlemeliyiz. Dünyayı, korku salarak sindirmeliyiz. Rahmi Koç: Dünyada yeni bir global sistem oluşmuştur. Dünyanın en büyük 5 ekonomisi devletler değil, şirketlerdir. Hikmet Çetin: Ben çok güç dönemlerde Dışişleri Bakanlığı yaptım. SSCB, benim zamanımda dağıldı. Yugoslavya, benim zamanımda parçalandı. Birçok ülke lideri ile tanışma olanağı buldum. Aslında beni değerlendiren dışarısıdır. Sermaye imparatorluğunun yüce elitleri, CFR-Bilderberg adlı korku, ölüm ve komplo örgütleri aracılığıyla dünya halklarına karşı acımasız bir savaşı yıllardır sürdürmektedir. Ne var ki Vietnam kâbusundan kurtulmadan Irak’ta yeni bir kâbusla yüz yüze gelmişlerdir. Bu kitapta, dünya sermayesinin, milliyetsiz, vatansız, dinsiz, kimliksiz elitlerinin tuzaklarını okuyacaksınız. Onlardan korkulmamalıdır çünkü haksızdırlar ve korkudan başka ihraç edecek silahları yoktur.
 KAYNAK;Erol Bilbilik

ASELSAN CİNAYETLERİNİN PERDE ARKASI !

ASELSAN CİNAYETLERİNİN PERDE ARKASI !
Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile TKS.nın gizli bilgileri, çok gizli savaş planları mahkeme dosyalarına düştü, ABD’ye edildi. Türkiye’ye 2008'de gelen 35 kişilik CIA-Pentagon karma heyeti, Emniyet Genel Müdürlüğü istihbaratının Yıldız bürosunda üslenerek, yapılan tertipler ve operasyonlar bu merkez vasıtasıyla emniyet istihbaratı üzerinden yürütüldü (10). ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Ergenekon operasyonlarında Emniyet İstihbaratı ile Amerikalı üst düzey subay-ajanların işbirliği, ABD-Türkiye arasındaki “karşılıklı istihbarat paylaşımı” ve “teröre karşı işbirliği” işlerinden sorumlu idi. Bu işler için Büyükelçilik içinde olan, başında bir Tümgeneral’in bulunduğu Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) (11), bir operasyon merkezi olarak işlev gördü. Bütün tertipler bu merkez tarafından planlandı. İç İşleri Bakanlığı ile bir yandan “karşılıklı istihbarat paylaşımı” diye Ergenekon operasyonları tezgâhlandı. Diğer yandan ise “teröre karşı işbirliği” mekanizması içinde demokratik açılım için yönlendirme yapıldı. Türkiye’ye gelen kontrol dışı dinleme cihazlarının, düzenlenen sahte CD ve belgelerin, kaset komplolarının arkasında paralel devlet ile işbirliği yapan NSA, CIA ve onların sözleşmeler yaptığı Amerikan özel istihbarat şirketleri vardı. Amerikan Hava Kuvvetleri İstihbaratı (AFOSİ) personeli de Deniz Kuvvetleri’ni hedef alan Kafes ve Poyrazköy tertiplerinde yer aldı.
ABD,Türkiye’nin istihbaratından bakanlıklarına, medyasından her yanını saran ABD, Türkiye’nin kendine ait gizli bir şeyini hele özel bir şifreleme sisteminin olmasını istemiyor. ABD istihbaratının önceliği her zaman hedef ülkelerin gizli bilgileri olmuş, dost diye içinde yapılandığı ülkelerin dahi bağımsız bilgi ve şifreleme sistemlerine müsaade etmemiştir. Örneğin 1966 yılında Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından ayrılma nedeni kendi nükleer silah sistemlerinin şifrelerinin ABD tarafından kontrol edilmesine razı olmaması idi. ABD, size şifresini kontrol etmediği bir teknoloji vermez. Örneğin size verdiği kriptolu telefonları kendisi mutlaka çözüyordur ve daha gelişmiş bir teknolojisine sahiptir. Son yıllarda telefonlarımızdan bilgisayarlarımıza her yanımızı kontrol eden ABD, Türkiye’de bilgi güvenliğini yok denecek seviyeye getirmiştir. 2007 yılından itibaren ortaya çıkmaya başlayan kasetler, ses kayıtları, komplo CD.leri cemaat-CIA işbirliğinin sonucu idi. Genelkurmay Başkanlığı yaşanan büyük sızıntılar nedeni ile önemli travmalar yaşadı. Devletin en gizli görüşmeleri internete düştü. Bunların hepsinin arkasında cemaati kullanan CIA yani ABD vardı. Giremediği Özel Kuvvetler Karargâhı’nın kozmik odasına da cemaat sayesinde girmiştir. Sıra genç subaylara geldiğinde onlar için casusluk ve fuhuş senaryoları tezgâhlandı. Başta MİT olmak üzere, kilit yerlerde çalışan pek çok subay, bu suçlamalarla tasfiye edilirken, yerlerine cemaatçiler geldi.2007’den sonra Cemaatin, hükümeti kullanarak TSK.nın özellikle tayin ve terfilerin yapıldığı personel başkanlıklarında etkin bir yapılanma sağladığı görüldü. AKP ve cemaatin arası açıldıktan sonra, hükümetin verdiği cemaatçi subaylar listesine henüz nasıl bir işlem yapıldığı bilinmiyor.
ABD, yaklaşık 10 yıldır Rusya, İran ve Türkiye’de bilim adamlarını öldürüyor. Rusya’da yazılım uzmanları, İran’da nükleer fizikçiler, Türkiye’de kriptocular öldürülmektedir. 1990’lı yıllarda ABD’ye giden istihbaratçı ve askerlere TÜBİTAK ve Aselsan gibi kurumlarda tanıdığı olup-olmadığı soruluyordu. 2003 yılından itibaren TÜBİTAK, Aselsan, Havelsan gibi kuruluşlar hükümetin dikte ettiği isimleri işe almak zorunda kaldıklarında aslında cemaatin yapılanması başladı. TÜBİTAK içinde oluşturulan cemaatçi yapılanma ile Türkiye’nin araştırma bütçesi bir yandan belirli üniversite hocalarına verilen projeler ile cemaate aktarılırken, başta kripto teknolojileri olmak üzere TÜBİTAK’ın güvenirliği oldukça zedelendi. Özetle söylemek gerekirse Aselsan cinayetlerinin izleri; başta Aselsan, TÜBİTAK ve MİT olmak üzere devletin en önemli kuruluşları içine sızmış olan cemaat uzantıları ve bunların CIA bağlantıları üzerinden bulunmalıdır. Bu bulunduğu takdirde Türkiye’deki habersiz dinlemelerin, kasetlerin, telefon kayıtlarının, kumpasların ve Türkiye’nin bilgi güvenliğinin arkasındaki casusların izi bulunmuş olacaktır. Bugüne kadar cemaat üzerinde yapılan operasyonlar, henüz değil kuklacıya, kuklalara bile ulaşamamıştır. MİT kurulduğundan beri en büyük zafiyetimiz hep kontr-espiyonaj yani casuslarla mücadele ve bilgi güvenliği oldu. Bu durum bugün her zamankinden daha acil ve hayati bir güvenlik sorunu olarak önümüzde duruyor. @DocDrSaitYilmaz Kaynakça-Dipnot (1) Melih Duvaklı, Aselsan Cinayetleri, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2013. (2) Zaman, Aselsan Dosyasını 'İntihar' Deyip Kapatacaklar, (05 Mayıs 2013). (3)Savunma ve Havacılık Dergisi: “Değişen Savunma Stratejileri ve Türkiye”, Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu ile söyleşi, Sayı: 4/2001, (Ankara, 2001), 19. (4) Murad Bayar: Sunuş Yazısı, Savunma Sanayi Dergisi, (Aralık 2010), s.6-10. (5) Cihan H.A., ABD Kongresi, Türkiye’ye ‘Savaş Gemisi’ Verilmesini Reddetti, (5 Ocak 2015). (6) National Security Agency (7)George Friedman, Keeping the NSA in Perspective, Stratfor, Geopolitical Weekly, (April 22, 2014). (8)Special Collection Service. (9) Ferruh Sezgin: Helikopter Olayının İçyüzü, Ortadoğu Gazetesi, (4 Şubat 1992). (10) Aydınlık:Tertipleri 35 kişilik CIA-Pentagon Heyeti Yönetiyor, (16 Mart 2008) (11)Office of Defense Cooperation.

ABD VE VİETNAM SAVAŞI ETKİLERİ !

ABD VE VİETNAM SAVAŞI ETKİLERİ !
1 Mayıs 1975 günü, Vietnam Ordusu Vietkong birlikleriyle birlikte Saygon’a girdi ve dünyanın süper gücü ABD’yi bozguna uğratan son noktayı koydu. ABD Ordusu, savaşmak için getirdiği hava ve deniz araçlarının tümünü bu kez kaçmak için kullandı ve Vietnam’da tarihinin en büyük askeri yenilgisini aldı. 1 Mayıs 1975, 20.yüzyılda Türk Kurtuluş Savaşı’yla başlayan ulusal bağımsızlık savaşlarının doruk noktasıdır ve yoksul bir ulusun birliğini sağlaması durumunda neleri başaracağını gösteren evrensel bir utkudur (zaferdir). Alttaki yazıyı, Vietnam halkının yüz yıl süren ulusal bağımsızlık savaşımına (mücadelesine) saygımızı göstermek için yayınlıyoruz.
ABD Hava Kuvvetleri Vietnam’a, yalnızca 1965-1968 yılları arasındaki üç yıl ve 1972 yılındaki 6 aydan oluşan 3,5 yıllık bir zaman dilimi içinde tam bir milyon yüz bin ton bomba attı. Bunun ne anlama geldiği, 4 yıllık 2 dünya savaşında pasifik çatışmaların tümünde 650 bin ton bomba kullanıldığı bilinirse açıkça ortaya çıkacaktır. 14 yıllık savaş içinde, ABD kaynaklarına göre, 55 bin Amerikalı, 200 bin Güney Vietnam’lı asker, 725 bin Kuzey Vietnam ve Vietkonglu asker ve 500 bin sivil olmak üzere 1,5 milyon insan öldü. ABD, 1972 yılında savaşa, 580 bin Amerikalı, 64 bin Koreli, Taylantlı, Avustralyalı, bir milyon sekiz yüz bin Güney Vietnamlı asker ile 3500 helikopter ve 2000 savaş uçağı sürmüştü.
1972'de dünyanın gözünü Vietnam Savaşı'na çeviren ve üstte görülen fotoğrafı çeken fotoğrafçının adı Nick Ut.Kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan kareyi çektiğinde, atılan bombanın etkisiyle şoka girdiği için çığlık çığlığa yollarda koşan çıplak kızın adının Kim Phuc olduğunu bilmiyordu.

2. 1982'DE BİR HOLLANDALI GAZETECİ "RESİMDEKİ KIZIN" PEŞİNE DÜŞMEYE KARAR VERDİ.

📷
Gazeteci, bütün vücudu yandığı için Saigon'daki bir hastanede 14 ay yatmış, yanık derisi bedenininden temizlenirken her seferinde acıdan bayılan kızın adının Kim Phuc olduğunu ortaya çıkarmıştı.Savaşın simgesi olan kızı bulduğunda ise artık 34 yaşında, evli ve bir çocuk annesi bir kadın olduğunu öğrendi.

3. SİLİNMEK BİLMEZ YARALARIN SAHİBİ O KADININ KENDİNİ AVUTTUĞU BİR NOKTA VARDI.

📷
Kim, kendisini avutan şu sözleri söylemişti; "Ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok!"Kasım 1996 senesinde Washington'da Vietnam Savaşı'nı anmak için bir törende konuşan Kim Phuc, adeta insanlık dersi veriyordu o anda tüm dünyaya."O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona geçmişi değiştiremeyiz..." derdim. "Ama bugün, yarın ve hatta sonsuza dek barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz!"

4. KONUŞMASINI BİTİRİP KÜRSÜDEN AYRILAN KİM'İN ELİNE BİR KAĞIT SIKIŞTIRILDI. GÖNDEREN KİŞİ İŞARET EDİLEREK.

📷
Kim Phuc'ın eline sıkıştırılan kağıtta "Kim, o adam benim!" yazıyordu. Daha sonra işaret edilen adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim Phuc'a bakıyordu.Baktığı adam 8 Haziran 1972 günü, Vietnam'daki o küçük dünyasına Napalm Bombası atan uçağın pilotu John Plummer'di.Kim o adamı gördükten sonra kollarını açarak Plummer'e doğru koştu ve en içten duygularla kendisine sarıldı.Plummer öylesine psikolojisi bozulmuş bir şekilde yaşıyordu ki, savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, "o küçük kızın" resmini gazeteden kesip cüzdanında taşımıştı.

5. SAVAŞIN DRAMATİK SONUÇLARINI BEDENİNDE SONUNA KADAR HİSSEDEN O KIZ ARTIK BÜYÜMÜŞ VE DOKTOR OLMAYA KARAR VERMİŞTİ.

📷
Çenesi ile göğsü birbirine kaynamış, sol eli kemiğine kadar yanmıştı. Annesi sürekli başucundaydı, San Francisco'dan Dr. Mark Gorney küçük kızı kurtarmaya çalışıyordu. Doktor olmaya karar veren Kim olaydan iki yıl sonra köyüne dönmeye karar verdi.Ancak sağlık sorunları nedeniyle eğitimini tamamlayamadı ve 1992 yılında evlendi.

6. KİM, ŞİMDİLERDE KENDİ ADINA KURULAN VAKFIN YÖNETİM KURULUNDA VE SAVAŞA HAYIR TOPLANTILARI YAPIYOR.

📷📷Vakfın sitesini ziyaret etmek isteyenler kimfoundation.com adresine bakabilirler.İçerik Vikipedi'de yer alan Kim Phuc maddesinden esinlenerek hazırlanmıştır.

7. KİM PHUC'UN ŞİMDİKİ FOTOĞRAFLARI, HEPİMİZİN İYİ BİLDİĞİ FOTOĞRAFINA İNAT HEP GÜLERYÜZLÜ.

Gizli Dünya Devleti !

Gizli Dünya Devleti !

Türkiye'nin de ABD den kredi aldığı CFR, '' TEFECİ'' derecelendirme kuruluşu olarak ta bilinir.
Amerika’nın dış politikasına yön veren CFR (Council of Foreign Relations – Dış İlişkiler Konseyi) örgütü, dış ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonlarda dünyaca ünlü finans spekülatörü Soros’dan da faydalanıyor.
ABD’de Yahudi finansörlerin politik bir kurumu olan CFR’nin başını çektiği düşünce kuruluşları, CIA”nın bugüne kadar dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdiği gizli operasyonları, kansız hallediyor. ABD, hedefteki ülkede istediği sonucu alabilmek için özellikle kitle iletişim araçlarını çok iyi kullanıyor; çeşitli burslar, ödüller ve fonlarla ülkedeki kanaat önderlerini etkisi altına alıyor. Öncelikle beyinlerde iktidar kurmak isteyen ABD, yarattığı yeni tipleri ve yeni liderleri iktidara taşımanın yollarını arıyor. Ancak bunun için ülkenin iç dinamikleriyle de sürekli oynanması gerekiyor. İşte bu aşamada, CFR gibi örgütler sahneye çıkıyor. Amerika”yı emperyalist yapmak için uğraşanların başında ne ilginçtir hep Yahudiler geliyor. Nitekim, topluma yönelik olarak yürütülen medya propagandası da bunların eliyle yürütülmüştü. CFR, medya denetimli bir “demokratik totaliter” toplum yaratma projesinin ilk ve asıl uygulayıcısıdı. Sözde düşünce kuruluşu CFR, 21 Temmuz 1921″de New York”ta kuruldu. Kuruluşunda yahudi kökenli Walter Lippmann’ın önemli rolü oldu. CFR, diğer “Gizli Dünya Devleti” organları gibi son derece gizli çalışmaktadır.
Ancak yönlendirme amaçlı faaliyetlerini dışa yansıtmakta ve bu yansıtma ile açıktan çalıştığı intibaı vermeye gayret etmektedir. CFR’nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarında en etkin konumlarda bulunan 3500 civarında üyesinin olduğu sanılmaktadır. Özellikle Amerika”daki istihbarat örgütleri üzerinde etkilidir. “Gizli Dünya Devleti” nde önemli etkinliği olan yahudi kökenli Rockefeller ailesinin bir ferdi olan David Rockefeller, CFR’nin onursal başkanı olarak kabul edilmektedir. Soros Vakfı vasıtasıyla dünya ülkelerinin geleceği için Gizli Dünya Devleti’ne hizmet edecek yöneticiler yetiştirmeye çalışan Yahudi kökenli George Soros ABD’nin CFR üyesi ünlülerinin başında gelir.
CFR’nin açılımını artık herkes çok iyi biliyor: “Council of Foreign Relations”. Yahudilerin ABD’deki en etkin düşünce kuruluşu. Yabancı devlet başkanları, başbakanlar önce burada görücüye çıkar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan”ın ABD’deki ilk yurtdışı etkinliği CFR’de konuşmak olmuştu. Erdoğan, son CFR ziyaretinde, Büyük Orta Doğu Projesi’nin mimarlarından Yahudi kökenli Richard Holbrooke ile birlikte medyanın karşısına çıkmıştı.
ABD, Fener Rum Kilisesi papazı Bartholomeos”un hukuki ve siyasi konumu Lozan Antlaşması’yla kaldırılan “ekümenik”liğinde ısrar ediyor.
Fener Rum Kilisesi’ni azınlık hakları bahanesiyle maşa olarak kullanan ABD, bugüne kadar tanımadığı Lozan Antlaşması’nı tasfiye edebilmek için her türlü yola başvuruyor. Bu antlaşma ile patriklerin tüm ayrıcalıkları kaldırılırken, patriklerin de Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunmaları koşulu getirilmişti. Rum Ortodoks Kilisesi’nin etkinlik alanı da sadece dini konularla sınırlandırılmıştı. Papaz Bartholomeos’un, ABD ve AB’den aldığı destekle “ekümenlik” iddiasını yargı kararlarına rağmen sürdürmesi, dış güçlerin piyonu olduğunu gösteriyor. Yargıtay, tamamen Türk hukukuna tabi olan Patrikhane’nin ekümenik olduğu iddiasının yasal dayanağı bulunmadığına karar vermişti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesine yönelik okyanus ötesinden ve Batı’dan kurgulanan senaryoları deşifre edenlerden biri de İzmir Barosu Başkanı Nevzat Erdemir oldu. Türkiye’ye yönelik sürdürülen psikolojik savaşı anlatan Nevzat Erdemir, Türkiye’de başlatılan projenin mutfağında da yine tanıdık bir isme dikkat çekti. Anadolu”da İslam ve Türk kültürünün altının oyulduğunu, Anadolu’dan Türk mührünü silme çalışmalarının yapıldığını belirten Erdemir, ABD Kongresi”nin “Türkiye’de Din Özgürlüğü” ve “İnsan Hakları” ile ilgili olarak hazırlattığı 1990, 1999 ve 2000 tarihli raporlara dikkat çekerek, bu raporlarda Türkiye’yi parçalamaya yönelik senaryoların madde madde dile getirildiğini belirtti. Türkiye’de bir eylem planı yürütüldüğünü ve öncelikle uluslaşma sürecinin en önemli ilkesi olan laikliğin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını belirten Erdemir, şunları kaydetti: “Siyonist Yahudileri, Siyonist Hıristiyanların, küreselci emperyalistlerin ve CIA Ortadoğu görevlilerinin 60 yıldır Türkiye’ye dayattığı “Osmanlı’ya dönün, İslam’ın önderi olun” savı, yerli taşeronlar eliyle Türkiye”de uygulanıyor.” Avukat Erdemir, ABD’nin, Türkiye’yi akıl ve bilim eksenine dayalı ulus devletten, teokratik ilkelere dayalı devlete çevriltmeyi amaçladığını vurguladı. Erdemir’e göre, bu süreçte önce devlet yapısı federatif yapıya dönüştürülecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yasallığı tartışmalı duruma sokulacak, din özgürlüğü görüntüsü altında Lozan”ın geçersizliği savunulacaktır. En büyük hedef, Cumhuriyet devletinin kuruluş aşamasında kabul edilen yasaların ortadan kaldırılmasıdır. Fener Rum Kilisesi’nin tüzel kişiliğe kavuşturulması, ekümeniklik istekleri, Heybeliada Ruhban Okulu”nun açılması, misyonerliğin etkinlerini serbest bırakılması ve yeni azınlıklar yaratma istekleri, hep bu ABD kongre komisyonu raporunda dile getirilen başlıkların uygulama safhalarıdır. Raporda Türkiye”deki anlaşmazlıkların kaynağı olarak “laiklik” ilkesi gösterilmektedir
ABD’li ünlü muhalif düşünür Noam Chomsky, ülkesinde yürürlükte olan sistemin bildiğimiz demokrasi tanımından çok farklı bir “demokrasi” olduğunu anlatıyor. Chomsky’e göre, sözkonusu sistem, gerçekte gizli ve görünmez bir totaliterizmdir. Çünkü sistem, arkasına halkın rızasını alarak işlemektedir, ancak bu “rıza” yı toplumsal beyin yıkama araçları yoluyla kendisi oluşturmaktadır. Chomsky, Türkçeye çevrilen “Medya Denetimi” adlı kitabında, Amerika’daki görünmez totaliterizmin, (Buna demokratik totaliterizm de denebilir) nasıl işlediğine ilişkin çarpıcı örnekler verir. Bu örnekler gösteriyor ki, ABD”yi yönetenler, bir konuda karar verdiklerinde, örneğin bir dış müdahale istediklerinde, medyanın karşı konulmaz büyüsünü kullanarak önce halkı bu konuda hazırlamaktadırlar. Amerika’nın saldırmak istediği hedef (Saddam, Noriega, İslami gruplar, Sandinistalar vs.) önce halkın gözünde birer “şeytan” a dönüştürülür. Bunu yapabilmek için medya aracılığıyla görünür propagandalar ya da bazen görünmez psikolojik bilinçaltı telkinleri yapılır. Sonuçta halka, yabancı bir ülkeyi işgal edip insanlarını öldüren Amerikan askerlerini alkışlamaktan başka bir görev kalmaz.
Chomsky, CFR’nin kurucusu, kendisi gibi Yahudi olan Walter Lippmann’ın, Amerika”da 20. yüzyılın başlarında uygulamaya konan “medya aracılığıyla sosyal kontrol sağlama” yönteminin en başka gelen savunucusu olduğuna dikkat çekiyor. Chomsky’nin “Amerikan gazetecilerinin en kıdemlisi” olarak tanımladığı Lippmann, yine onun ifadesiyle “rızanın üretilmesi, yani yeni propaganda teknikleri ile halkın istemediği şeyleri onaylamasını sağlama” teorisini geliştirmişti. Özellikle ülkesinin dış politikasına yönelttiği sert eleştirilerle tanınan ABD’li muhalif Chomsky, ABD’nin Türkiye’ye AB konusunda destek vererek Irak’taki savaşa katılması için rüşvet verdiğini da söylemişti. “ABD’nin daima, sert, baskıcı, zalim rejimleri desteklediğini” vurgulayan Chomsky, “ABD’nin Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelere model olarak gördüğü” tezinin de yanlış olduğunun altını çizmişti.
CFR II. Dünya Savaşından sonra kuruldu. Finansörü Yahudi banker Rotschild, taşeronu ise, Yuvarlak Masa grubunun da kurucusu, aynı zamanda Filistin’i Yahudilere veren Balfour deklarasyonunun yazarı, Siyonist Lord Milner’di. Güney Afrika’da, Rodezya’da elmas ve altın yatakları keşfedilince Boerlere soykırım vari bir savaş başlatan da bu Lord Milner’dir. Hepsini Rotschild adına yapıyordu.
Milner’in kurmuş olduğu Yuvarlak Masa, Paris Barış Konferansı’nda İngiltere ve Amerika’nın ekonomik ve dış politikasında bir numaralı belirleyici faktör durumuna gelecek olan RIIA (Royal Institute of International Affairs – Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü yeni adıyla Chatham House) ve CFR’ye dönüştü.
RIIA Konseyi’nin başında bulunan Yahudi Astor ailesinin büyükbabası J. Jakop Astor ise 1816’dan itibaren İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ile uyuşturucu ticaretine giren ilk Amerikalıydı. Görüldüğü gibi RIIA’nın ve CFR’nin ardında başta Rothschild olmak üzere Yahudi finansörler vardı. Bu örgütün oluşumunda en büyük rolü oynayan Rothschild’in, o yıllarda siyasi Siyonizm hareketinin de en önemli destekçisi olduğunu düşünürsek, RIIA ve CFR’yi de bu hareketin asıl hedefine, yani Mesih planına uygun olarak tasarladığını görmek pek zor olmaz.
…………………
1973 petrol krizinden 6 ay sonra Japonya’da bir Bilderberg toplantısı yapılıyor. SSCB’nin yıkıldığı 1991’den sonra yürürlüğe konulabilen Yeni Dünya Düzeni’nin esasları belirleniyor bu toplantıda. İşte o esaslardan günümüze aynen yansıyan sekiz madde:
1- Ulusal orduları dağıtmak, uluslararası polis gücü kurmak,
2- Ulusal istihbarat örgütlerini sivilleştirmek,
3- Dünya genelinde borsalaşmak,
4- Dünya genelinde vakıflaşmak,
5- Karşılıklı bağımlılığı yaymak,
6- Ülke bütçelerini dengeli bir biçimde açık verir halde tutmak, sürekli ve artan borçlar döngüsüne sokmak,
7- Dünya genelinde özelleştirme yapmak,
8- Uluslararası ekonomik birliği kurmak.
Başımıza gelenleri, ülkemizde oynanan oyunları bu sekiz madde açıklıyor. Ordumuzun pasifize edilmesi de buna dahil.
bpakman.wordpress.com

İYİ PARTİ ÇEKMEKÖY KADINLAR İÇİN FARKINDALIK YARATTI !

İYİ PARTİ ÇEKMEKÖY’DE FARKINDALIK YARATTI..

Sosyal sorumluluk konularında farkındalık yaratan çalışmalara imza atmaya devam eden İYİ Parti Çekmeköy Teşkilatı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde yine sokaklarda ve meydanlarda vatandaşı bilinçlendirdi. Madenler Meydanı’nda halka broşür dağıtan partili yöneticiler ve kadınlar basın açıklaması yaptı.







Türkiye genelindeki tüm İYİ Parti teşkilatları, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde sokaklara indi. Sosyal sorumluluk projeleriyle farkındalık yaratan İYİ Parti Çekmeköy Teşkilatı da bu anlamlı günde alanlarda vatandaşı bilgilendirdi ve bilinçlendirdi. İYİ Parti Çekmeköy İlçe Başkanı Dilaver Koç, Çekmeköy ve İBB Meclis Üyesi Bora Kılıç, Kadın Kolları Başkanı Çiğdem Apakhan ve çok sayıda partili, üzerinde kadına yönelik şiddete hayır yazılı pankart ve dövizlerle Şahinbey Caddesi’nden Madenler Meydanı’na yürüdü ve burada broşür dağıtarak Çekmeköylüleri bilgilendirdi.







İYİ Parti Kadın Politikaları Başkanı Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu’nun tüm tişkilatlara göndermiş olduğu ortak basın açıklamasını okuyan İYİ Parti Çekmeköy Kadın Kolları Başkanı Çiğden Apakhan, şunları kaydetti:
“Türk kadını hem tarihimiz boyunca hem de özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en zor günleri olan kurtuluş ve kuruluş yıllarında; Türk milletinin ayağa kalkması için benzersiz bir mücadele vermiştir.







Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyada hiçbir milletin kadınının, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez sözleri, Türk kadınının gösterdiği özverinin dünya çapında örnek teşkil ettiğini işaret etmektedir. Birbiri ardına gelen savaş dönemleri boyunca eşlerini, kardeşlerini, evlatlarını ve nice sevdiklerini cephelere gönderen ve yine gerektiği anda, yavrusunu sırtına bağlayıp kağnıyla cepheye cephane taşımak için günlerce yol kat eden annelerimizden bize miras kalan dirayet ve cesaret, Türk kadınının hayatın her alanında başarabileceklerinin bir teminatıdır.







Ne acıdır ki, 21. Yüzyılın neredeyse bir çeyreğini geride bıraktığımız bugünlerde ülkemizde kadınlar erkek egemen sosyal bir yapıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Kadınlarımız hukuk nezdinde eşit haklara sahip olmasına rağmen bugün temelinde eğitimsizlik yatan pek çok haksızlığın mağduriyetini yaşıyorlar. Türk kültürünün temel taşlarından olan saygı ve hoşgörünün yerini alan şiddet olayları gün geçtikçe etki alanını genişleterek her yaş ve sosyoekonomik gruptan kadınlarımızı kişilik haklarına ve bedenine yönelik tecavüzden cinayete kadar geniş bir aralıkta artarak devam etmektedir.







Akla vicdana insani değerlere sığmayan bu duruma karşı durmak kadınıyla erkeğiyle toplumun her bir ferdinin sorumluluğudur. Günümüz gerçekliğinde eğitime erişim sağlayamadığı için ekonomik özgürlüğe sahip olamayan kadınlar kadar işsizlikle baş etmeye çalışan eğitimli kadınlara da rastlamaktayız. Birde tüm bu anlatılanların dışında kalan ‘şanslı’ olarak addedilen ancak haksız rekabete, ayrımcılıkla ve mobbing ile baş etmeye çalışan nitelikli eğitim alma imkânına erişmiş ve iş bulmayı başarmış çalışan kadınlarımız var. Elbette ki bu durum yalnızca ülkemizdeki kadınların değil dünyanın hemen her ülkesinde yaşayan birçok kadının her gün karşı karşıya kaldığı bir haksızlıktır.







Bu süreci daha sağlıklı yürütebilen ülkeler olduğu gibi kadınların temel insan hak ve hürriyetlerine erişimleri açısından bir arpa boyu kadar dahi yol alamamış ülkelerde mevcuttur. Bu noktada bizlere düşen görev ilk olarak kadın erkek eşitliği hakkında hukuki düzenlemelerin sağlamlaştırılması ve en etkili biçimde uygulanmasına kadar tüm alanlarda hızla iyileştirmelere gidilmesinin sağlanması için ne yapabileceğimizi tespit etmek ve vakit kaybetmeden bu dönüşümün bir parçası olmaktır.
 Kadınların etkin varlık gösterebilecekleri, kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri bir düzende daha iyi ailelerden, daha iyi çalışma ortamlarından daha iyi bir adalet sisteminden daha verimli bir ekonomiden savaşlarla sonlanmayan sorumsuz diplomatik ilişkilerden ve daha nicelerinden bahsetmek bir hayal olmaktan çıkacaktır.
Bu nedenle kız çocuklarımızın yetiştirilmesine önemle kadınlarımıza iş imkân yaratılmasına öncelik verilmesi şarttır. Daha güzel ve yaşanabilir bir gelecek sağlayabilmek için bugün alınacak önlemlerden bir diğeri de kadınlarımız tarafından yetiştirilen ve yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımıza ilişkindir. Unutulmamalıdır ki yarının kadınlarına şiddet yerine saygı gösterecek erkekler, bugünün kadınlarının oğullarından başkası değildir.
Etiketler: 
Etiketler: İYİ Parti Çekmeköy
Haber detay; Kenan Baylan yerelgazete

TÜRKİYE’NİN ALTINLARI VE VARLIK FONU

TÜRKİYE’NİN ALTINLARI VE VARLIK FONU
Düzenlemeler;ve RESİMLER, Yazar; İsmail Azakoğlu ismailazakoglu@gmail.com 

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin 490 ton olan Altın rezervinin 450 tonunun, İngiltere Merkez Bankası Bank Of England’da emanette olduğunu açıkladı. Bu açıklama, Türkiye’nin karmaşık gündeminde yeterince ele alınmadı. Hiçbir bağımsız devlet, geleceğinin güvencesi olan birikmiş servetini, başka bir devlete; borç vermez, emanetine koymaz, rehin bırakmaz. Türkiye’de, askeri harcamalar artıp dış borç ödeme sınırını aşarken ve ekonomik bunalım derinleşirken, hazine 450 ton altını neden ve ne karşılığı yabancılara teslim etmiştir? Beklenti nedir? Libya’nın 200 milyar dolarına el koyan Batı’ya nasıl güvenilmiştir? Elde kalan son devlet varlıklarını, “Varlık Fonu” adı altında elden çıkarılmasının, altın olayıyla bir ilişkisi var mıdır? Varsa nedir?
Eski Öykü
Osmanlı Devleti, ilk dış borcu 1854 yılında aldı ve kendini yıkıma götürecek borç sarmalına yakalanmış oldu. Yüksek faizle alınan borçlar, saray yapımı gibi tüketim harcamaları ya da askeri giderler için kullanıldı. Üretimsizliğe bağlı gelir yoksunluğu nedeniyle, alınan her borç yeni bir borcu gerekli kıldı ve Osmanlı devleti, 1875 yılında iflasını ilan etti. Alacaklılar, 1881 yılında İstanbul’da toplandı; üst yönetimini Avrupalı devletlerin oluşturduğu ve devlet gelirlerini alacaklılar yararına yönetmek üzere Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Padişah ll.Abdulhamid döneminde yapılan bu anlaşmaya Muharrem Kararnamesi adı verildi.
Osmanlı Hükümeti, Muharrem Kararnamesi’nin 8.maddesi gereği; tahsil edilmesi kolay devlet gelirlerini, “mutlak ve değişmez” bir biçimde borç ödemelerine ayırıyordu. Bu gelirler şunlardı: tütün ve tömbeki (nargile tütünü) rüsumatı (vergileri), ipek öşürü (ondalık vergi), pul ve ispirto resimleri (harçlar), tütün ve tuz inhisarları (tekelleri), İstanbul ve civarı balık avı vergisi, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs gelirleri, Doğu Rumeli vergisi, gümrük resimlerinde ve gelir vergisinde oluşacak gelir artıkları.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan Lozan Konferansı’yla Düyun-u Umumiye rejimine son verdi ve yeni devletin üzerine düşen borçları ödedi. Siyasi bağımsızlık yanında mali bağımsızlığını da gerçekleştirdi.
Borç Yükü
Türkiye’nin 2002’de 130 milyar dolar olan brüt dış borcu 2016’nın ilk yarısı itibariyle 421.4 milyar dolara yükseldi. Bu çok hızlı bir artıştır ve Türkiye’nin yaşadığı cari açık nedeniyle (cari açık: kazandığından çok harcamak gibi birşey) ödenebilirlik boyutunu aştı. Osmanlı’da olduğu gibi, borç alarak borç ödeyen bir ülke haline geldi.
Hazine Altınları Neden Gitti
Hazine altınları, borç miktarının arttığı ve ödeme güçlüğü çekildiği bir aşamada İngiltere’ye gönderildi. Gönderimin nedeni ve amacı konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu nedenle, irdelemeyle bir sonuca ulaşmak zorundayız.
Durum şudur: Türkiye altın rezervinin tümüne yakınını (% 92), emanet adı altında rehin bırakmıştır. Bu durum, verilen ödünün dışardan gelen ciddi ve önemli bir istemin karşılığı olduğunu göstermektedir.
Merkez Bankası’ndaki rezervin önemli bölümü, özel şirketler ya da kişilerden tahvil senedi ve kredi karşılığı alınan paralardan oluşmaktadır. Hazinenin kendi parası değildir. Yeterli rezerv olmazsa, günü geldiğinde tahvillerin ödemesi yapılamayacaktır. Ekonominin kırılganlığı ve yaşanmakta olan çatışmalı ortam gözönüne alındığında, yapılan işin yaratacağı olumsuzluk kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
İngiltere’nin Türkiye ile kurduğu ticari ilişkiler konusunda sicili kirlidir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı devletinin parasını peşin ödeyerek yaptırdığı gemileri, savaşı gerekçe yaparak teslim etmemişti. Fırsatını bulduğunda bir gerekçe uydurup altınlara el koyma olasılığı vardır.
Altınlar Rehin mi?
Altınlar borca karşılık rehin bırakılmış olabilir. Dış borcun önemli bölümü, devletin kefaletinde özel şirketlere aittir. Özel şirketler ekonomik durgunluk ve dolardaki artış nedeniyle güç durumdadır. Dışarıya olan borçlarını ödeyememe olasılığı vardır.
Bu durumda devlet kendi borcuyla birlikte şirket borçlarını da ödemek zorunda kalacaktır. Oysa, bugün borç alarak borç öder duruma düşülmüştür. Gelir düzeyi düşük, ürettiğinden çok tüketen bir ülke haline gelen Türkiye, sürekli duruma gelen cari açıkla, borç ödemek bir yana, günlük yaşamını bile borç alarak yürütür durumdadır. Bu nedenle, eğer borca karşılık rehin bırakıldılarsa, altınların geri dönmeme olasılığı yüksektir.
Osmanlı’ya Geri Dönüş
Türkiye, Osmanlı’nın son dönemine geri dönmüş durumdadır. Borçlar ödeme sınırını aşmış, gelirler düşmüştür. Varlıklarını satarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Borç ödeyemez duruma düşen Osmanlı İmparatorluğu, borç ödeme işini Düyunu Umumiye İdaresi’ne vermişti. Benzer uygulama, farklı yöntem ve araçlarla günümüzde de yapılmaktadır.
Ülkenin varsıllığını dışarıya aktarma işleyişi, “Kemal Derviş yasalarıyla” Türk hukuk sistemine yerleştirilmiş ve 14 yıldır uygulanmıştır. Özelleştirmeler, toprak satışları, madenler, işletme imtiyazları ve kiralamalarla toplanan paralarla harcama yapılmış, bunlar yetmeyince dışarıdan borç alınmıştır. Bugün gelinen yer, borç alarak borç taksidi ödeme noktasıdır.
Varlık Fonu
Varlık Fonu, Duyunu Umumiye’nin günümüzdeki sürümüdür; onun yaptığı işleri yapacaktır. Kolay toplanan devlet gelirlerine el koyacaktır.
Varlık Fonu uygulaması, bütçesi fazla veren zengin ülkelerin, refahın geleceğe taşınması için uyguladığı bir girişimdir. Türkiye’de tam tersi bir amaç için uygulamaya sokulmuştur. Belli ki, refah değil borç ve yoksulluk geleceğe taşıyacaktır.
Devlet varlıklarının elde kalanları, yeni borç alabilmek ve ayakta kalmak için kullanılacaktır. Varlık Fonu’nun amacı; “dış kaynak temin etmek” ve “büyük ölçekli yatırımlara kaynak sağlamak” olarak açıklanmıştır. Bu açıklama, parasız kalmanın ve borç bulamamanın itirafı niteliğindedir.
“Dış kaynak temin etmek”, yeni dış borç bulmak demektir. Ayrıca, hükümet, “büyük ölçekli yatırımlara kaynak” ayırmamakta bunları kefil olarak özel şirketlere yap-işlet-devret ile yaptırmaktadır. Bu nedenle, açıklama gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek şudur: Altınların rehine verilmesi yetmemiştir ve para elde etmek için kalan devlet kurumları elden çıkarılmaktadır. Ziraat Bankası, BOTAŞ, TPAO, PTT, borsa İstanbul Anonim Şirketi, Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme Anonim Şirketi, Eti Maden ve Çaykur; altınları bekleyen sona doğru yola çıkarılmıştır.
Kaynak Aktarımı
Avrupa’ya kaynak aktarımı; dış borca ödenen faizlerden ayrı olarak, farklı yöntem ve araçlarla sürekli hale gelmiştir. Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nü imzaladığı 1995 yılından 2016 yılına dek, Avrupa’yla yaptığı dış ticarette verdiği açık 267 milyar dolardır. Bu açık; borç faizleri, özel şirket ve kişi aktarımları gibi açık olanlar dışındaki muazzam bir dolaylı kaynak aktarımıdır.

www.azakoğlu.blogspot.com

İsmail Azakoğlu ile '' AMFİ ÖZEL ''

 KONUK;  Atilla Yıldırım Elektrik, Elektronik Müh. Tarihçi.. Konu; Türk Tarih Tezine Geçiş.